Wednesday, April 28, 2010



BİLGİLENME KÜLTÜRÜ
Çağımızda bilgi uzmanların elinden çıktı topluma yayıldı. Eskiden tıp dalında yaşananları sadece uzmanlar bilir araştırır ve uygulardı. Uygulanmaya kadar olan kısımları bu gün herkes tarafından bilinebilmekte. Eğitim durumu yükseldikçe insanlar daha fazla bilgilenmekte, bilgilenme kader çizgimizi değiştirmekte diye düşünülüyor. İnsanlar kendileriyle ilgili konulara daha fazla kafa yormaya da başladılar.
Eğitimle fırsat eşitlikleri yaratılabiliyor. Çağımızla ilgili bütün bunlar ilk bakıldığında doğru gibi görünebilir, ama ne yazık ki gerçeklerden bir kaçına bakarsak olaylara daha yakından görmüş oluruz. İnternette konferanslar var detayları yok. İçerikleriyle ilgili bilgileri bulmak olanaksız. Başlıkların altı boş
Gerçek şu; eğitim sistemleri insanların toplumdaki yerlerini haklı olarak elde etmelerini tam olarak sağlıyor denilemez. Çocuklarımızın bilgilenme kültürlerini kaderlerine bırakmamalıyız.
VERİLEN DEĞERLER
Eğitimle toplumun değerlerimi aktarılır yoksa bazı egemen sınıfların değerleri mi aktarılır, diye soran görüşler de var. Kuşaktan kuşağa eğitimle aktarılan bu değerlerin irdelenmesi gerekir. Bu konunun sosyologlarla zaman zaman incelenmesi toplum için çok yararlıdır.
Okullarda sağlanan maddi kaynakların başarıyı çok az etkilediğini kabul eden araştırmacılar haksız denilemez. Eğitimde eğitsizlik aslında okudukları okulun olanaksızlıklarından kaynaklanmıyor. Ayni şartlar ve olanaklarda hazırlanan bir okulun öğrencileri arasındaki fark hemen hemen hiç değişmiyor. Okulu çok mükemmel donatıldı diye, yoksul çevrede eğitilen bir çocuğun bilgi almasında büyük farklılıklara rastlanmıyor. Okulları donatmak yerine çocukların yaşam koşullarını, çevrelerini, bulundukları ortamları donatmak gerekebiliyor.
Etkileyen ne?
Genelde sol eleştirilerden sıkça duyulan eğitim eğitliğidir. Oysa ki eğitim eşitliğinin sınıf farklılıklarını ortadan kaldırmak için, yeterli olmadığı uzmanlarca kabul ediliyor.
Yaşadıkları çevreden, mahalleden, oturdukları evden kaynaklanır. Buna çözüm olarak; yoksul evlerde ve mahallelerde oturan gençlerin zengin ve daha iyi şartlarda yaşayan arkadaşlar edinmeleri bazen onlarla birlikte ayni şartlarda kalmaları iyi etkiler yapıyor. Onları özgür bir ortama taşıyor(Sosyolog James Coleman) Sınıf içinde bile daha iyi durumdakilerle arkadaşlık etmeleri onları tırmanmayla da olsa sürüklüyor.
Yükselme Hırsı
Aslında yükselme hırsı bulaşıcıdır. Alt sınıflardan geldiğinin düşünülmesi yanlış olur. Yükselme hırsı üst durumda olanlardan alt durumda olanlara aşılanır. Hangi durumdaki kültürün daha iyi durumda olduğuna politikalar eğitim sistemiyle karar veriyorlar. Sağ veya sol kültürler aşılanıyor. Eğitim bunların ilk ana aşı noktaları. Aslında sınıfsal eşitsizlikler eğitimle kuvvetlendiriliyor. Eğitime keyfi gibi bakmak çok yanlış olur. Hiç de keyfi değildir, bir takım iktidarların elinin altında topluma sunulur. Gençler ya da çocuklar ayni okullarda okuyup, bahçelerde dolaşıyor, ayni sınıflarda deneyler yapıyorlar. Ne yazık ki, yaşadıkları ortam, ev yaşamları, aile yapıları onların ayni eğitim yollarından geçmelerini engelliyor.
Çocuğun Meslek Liseli Olması
Türkiye’deki sistem özellikle Üniversite seçerken gençleri bu tür seçimlere zorluyor. Türkiye’de Meslek liselerini seçenlerin aile durumlarına bakılırsa ne demeye çalışıldığı daha rahat anlaşılabilir. Bunların önleri de bazı teknik puanlamalarla tıkandığında ilerleme profillerinde özgürlükten söz edilebilir mi?
Örnek İmam Hatip liseliler olursa; liselerini bitirdikten sonra bile farklı ve çağdaş bir değişimle kültür benimseme şans yolları tamamen tıkanmakta, öyle kalmaya zorlanmakta. Küçük yaşta dini eğitim alıp almamaya aileleri ya da eğitimcileri karar verir gibi görünse de bazı politikalar onlara bu eğitim kapılarını açarak, devlet kesesinden dini eğitime hazırlanmaktalar. Bütün meslek liselilerden söz etmemiz gerekirse; kendi arzularının dışında bir okula devam eden çocukların özgürlüğünden söz edilebilir mi? Özgürlükleri ellerinden alındığı gibi yollarının devamında başka sıkıntılar onları beklemekte. Bu dünyada siyasetin karıştığı ortamlarda daha da belirgin olarak görünmekte. Daha sonraki yaşamlarında önce çizilen yollarından puanlama ve hazırlanan olanaklar nedeniyle uzaklaştırılmakta. Bazı meslekleri seçme şansını genç adına başkaları çok önceden karar vermekte.

Tuesday, April 27, 2010

KAMP Bir Gelişimdir Oyunculuk Kampı Yaş sınırı Yok

ÇOCUKLARA KAMPLAR ÇOCUK KAMPLARI





Oyuncu Kampı Tiyatro Kampı İngilizce Konuşma Kampı
Çocuklar için yaz kampı... Bize yazmalısınız
HIZLANDIRILMIŞ OYUNCULUK DERSLERİ :

Yaz aylarınızı iyi değerlendirmek için kaçırılmaz fırsat. Hem yaz tatilinizi iyi geçirmek, Hem de günümüzde en geçerli meslek olan oyunculuğa adım atmak için sizlere sunduğumuz bu olanaktan yararlanmak için bu tatili kaçırmayın.
Hızlandırılmış oyunculuk seminerinde yeteneğinizi ispat ederek hem kendi çekeceğimiz Sinema filmi, dizi filmlerde, Hem de diğer dizilerde oynama fırsatını sizlere sunuyoruz.
Bodrum Bitez Yalısı Hakan Otelde gerçekleşecek olan çalışmalar 10 gün yoğun olarak sürse de katılımcılar tatil yapma ve dinlenme şansını da yakalayacaklar. Hızlandırılmış tatil etkinliğinin sonunda MERDİVEN prodüksiyon sizlere hem birer kendi şirketinin sertifikasını verecek, hem de Şirketin daimi oyuncu kadrosuna alınacaksınız. Senaryo gereği uygun görülen kişilere uygun roller verilecek bu oyuncular profesyonelliğe adım atacaklar.
Yönetmenler: Coşkun Ertam
Nedim Özsümer
Tiyatro Sanat Yönetmeni: Ümit Kireççi
Yazar ve Sanatçı Koçu: Filiz Tosyalı
Konuk Gazeteci: Esra Özsümer
Otel Ücreti eğitimle beraber KDVli: 800 TLdir
Kayıt anında 1/3 ü ödenir. Otele girişte tamamlanır.
Otel fiyatında uygun menülerle 3 öğün yemek ve ikindi ikramı vardır. İçecekler bu fiyatın dışlındadır, ama çok uygun, otel kantin fiyatlarıyla verilir. Ödeme hesap numarasına otel yönetimiyle görüşülerek yapılır.
İletişim: filiztosyali@yahoo.com
0090-533 666 69 03
0090-216 567 22 42
SINEMA ve DIZI OYUNCULUGU
SERTİFİKA PROGRAMI
Basvuru için bizi aramalısınız.
Filiztosyali@yahoo.com
0533-6666903
Sinema oyunculuğu ve dizi oyunculuğu arasındaki farklar, incelikler ve detaylar hakkında genel bilgiler. Konuya hakim olmak,senaryodaki karakter olmak,Ellerin kullanılması,trafik gibi oyuncu olmak için gerekli her şeyin ele alınacağı bu kursların eğitim programı aşağıda çıkarılmıştır.

1.GÜN
SAAT 10.00-12.00
a)Sinema- dizi oyunculugunun anlami Yonetmen:Coskun Ertam
b) Bir oyuncunun ozellikleri neler olmalı: Yonetmen:Coskun Ertam
12.00-1600 Serbest
16.00-18.00
c)Herkes oyuncu olabilir mi? Yonetmen:Nedim Ozsumer
d)Oyunculuk stratejisi gelistirme: Yonetmen:Nedim Ozsumer
18.00-000 Serbest
2.GÜN
SAAT 10.00-12.00
e)Yeteneğin aciga çıkarılması-Sinemanın geçmişi Uzman: Filiz Tosyali
f) Yeteneğin kullanılması. Uzman: Filiz Tosyali
12.00-18.00 Serbest
18.00-20.00
g)Sesin kalibrasyonun sinema ve dizide onemi. Vucut dili, jest ve mimiklerin onemi. Sanatcilarla tanisma:Yonetmen Coskun Ertam
20.00-000 Serbest

3.GÜN SAAT 10.00-12.00
h) Vucudu ve mimikleri kullanma Yonetmen Coskun Ertam
12.00-17.00 Serbest
SAAT:17.00-19.00
i)Oyunculuğu Meslek EdinmeYonetmen Coskun Ertam
19.00-000 Serbest

4.GÜN SAAT: 10.00-12.00
j)Senaryo Uzerinde calismaUmit Kirecci-Sanat Yonetmeni
12.00-000 Serbest

5.GÜN DİNLENME...

6.GÜN SAAT: 10.00-12.00
k) Senaryo CalismasiYonetmenUmit Kirecci-Coskun Ertam
12.00-20.00 Serbest
l)20.00-21.00 Metin Yorumlama Hurriyet Gazetesi Uzman-Esra Ozsumer

7.GÜN SAAT 10.00-12.00
m)Senaryo Uzerinde calismaUmit Kirecci-Sanat-Coskun Ertam
16.00-18.00
n)Uygulama Yonetmen: Coskun Ertam

8.GÜN SAAT:15.00-18.00
o) DENEME CEKIMLERI Yonetmen: Nedim Ozsumer

9.GÜN SAAT:15.00-18.00
p)DENEME CEKIMLERIYonetmen: Coskun Ertam

10.GÜN SAAT :10.00-12.00
r)Cekimlerin protokol ve basın ile izlenmesi
s)15.00-18.00 Sertifika Toreni Oduller ve Oyuncu Secimi

KOÇLUK SERTİFİKA KAYITLARIMIZ devam ediyor


cok yakında yeni koçların bizimle ilgili düşünceleri sizin için yayımda olacak.


Oyunculuk, koçluk, yaz kampı ayrıca yoğun İngilizce Konuşma
Kampı için bilgi verilir.
Bodrum Bitez Yalısında ve İstanbul'da devam edecek kayıt yaptırmalısınız
Rezervasyon:0533-6666903
filiztosyali@yahoo.com





Oyunculuk derslerimiz sizi geleceğe hazırlar. zaman bulamıyorum diye üzülmeyin. Tatilinizi yaparken oyunculuğu da öğrenin deneme filmlerinize kavuşun. 10 gün tatiliniz boyunca sadece günde dört saati bize ayırın sizi eğitelim.

YAŞAM KOÇLUĞU KAMPI
ÇOCUKLAR İÇİN İLK KOÇLUK BİLGİLERİ ÜCRETSİZ.
Kamp içinde eğitim verilir.
Hem tatil yapın hem de YAŞAM KOÇU OLUN kendinize koçluk yapmaya ne dersiniz. Yaşam Koçluğu bir dans gibidir, eğlenceli ve yararlıdır
Rezervasyon:0533-6666903
filiztosyali@yahoo.com
Koçluk eğitimi sizin yenilenmenizdir. Geleceğe güvenle ve mutlu bakmak için kişisel gelişim çalışmaları üzerinde yoğunlaşmak en verimli geri bildirimleri yaşatır. Düşünenlerle yola çıktık. Sertifika törenimize bir adım kaldı.
Siz de bizi arayın, size uygun seminerlerden yararlanın

Monday, April 26, 2010

YAZ KAMPINA BEKLİYORUZ


Çocuklar için kamplara ulaşmak için de bizi aramalısınız.
Yetişkinler için bir arayış içindeyseniz, zamanınız yok çalışıyorsanız Hem dinlenin hem koçluk sertifikanızı da alın
Taleplerinizi karşılamak için eğitimcilerimiz canla başla çalışıyor. Siz nasıl bir kamp istediğinizi yazıyorsunuz biz size en geç bir hafta içinde dünüyoruz. Kamplar gençlerin ve çocukların yani bireylerin gelişimlerini sağladıkları en güzel ortamlardır. Dünya gençliği ile yarışan çocuklarımız dinlenirken öğrenmeli öğrenirken dinlenmeli. RAY Eğitim ve Danışmanlığın hazırladığı bu kamplar bize yaşam ve canlılık veriyor. Bu güne kadar bilgi almamış olabilirsiniz bize yazın sizi bilgilendirelim.
Çocuk Kampı Gençlik Kampı Yetişkin Gelişim Kampı
Özel Oyunculuk Kampı hepsi için bilgi alabilirsiniz
Okuyan ve yazan, okuduğunu anlayan yorumlayan gençler yetiştirmek için yola çıktık. Bekliyoruz. Sinema tiyatro, çizgi roman, öykü şiir yazma ve yorumlama, yayımlatma. İngilizce konuşma kampımız sizi bekliyor.
filiztosyali@yahoo.com
0090-533-6666903 cep
0090-216-5672242 isyeri

ÇİZGİ ROMANLA BÜYÜLEDİLER Doğa Kolejiniin Çizgi Roman Okulu




YAZ KAMPI Bodrum Bitez yalısı Hakan Otelde. Yaz kampındaki etkinlşklerimizden bir kısmı Erenköy D&R mağazalarında gerçekleşti.
Ümraniye Meydan, Suadiye ve Erenköy cıvıl cıvıldı. Anne balar da büyük ilgi gösterdi.



Çizgi roman çocuklarımızın hayal gücünü arttırır. herşey hayal etmekle başlar.

Marmara Kolejindeki çizgi roman çalışmamız
Hakan Otelde yaz kampları devam ediyor.
Bodrum'da devam edecek bu çalışmalar sizler de katılmalısınız. Gelişimde büyük katkısı olan kamplar için zaman kaybetmeyin. Türkiye'nin gelişim sağlayan yaz tatili Bodrum Bitez Yalısında Hakan Otelde devam ediyor.

Kayıt ve rezervasyon için bizi aramalısınız:
filiztosyali@yahoo.com
Aramalar için
Telefon: 0090-2165672242
0090-5336666903
Bizimle olmalısınız. Sinema, tiyatro, TV ve yazma etkinliklerine katilmalisiniz

Saturday, April 24, 2010

Gel beraber yazalım. Yaz Kampında Yazar Olmanın kapıları açılıyor. Roman Yazmak



Yaz Kampı için bizi arayın.
filiztosyali@yahoo.com
00905336666903

İngilizce konuşmak, tiyatro yapmak, gazete çıkarmak, film setinde başarıyı yakalamak, yeteneğin ve isteğin önemli. Yardıma hazırız. Bodrum Hakan Otel
Yazar olmak gibi bir düşüncen varsa, yazalım gel beraber bitirelim ne kadar başarılısın birlikte yazalım roman bizim olsun. Sen kendini dene.
İŞTE OKU VE ROMANI SEN BİTİR
Sadece Ağustos ve 15 Temmuz-25 Temmuz aradında yerimiz var. Çocuklara kamp bizden sorulur.

TATİL
Günler geçmeye başlamıştı. Papatya yıllardır ayni evde yaşamış gibi davranıyordu. İstediği saatte banyoya girip duşunu alıyor, bornozla etrafta dolaşıyordu. Annesi; “hadi giyinsene kızım” diyene kadar giyinmemekte diretiyordu. Hava almak istediğinde bahçeye çıkıyor, soğuk yağmurlu demeden açık havada kalıyordu. Uzun yürüyüşlerle evlerinin önündeki caddede dolaşıyordu. Mahallenin bakkalına, kargo taşıyan adama selam vermesi Alara’yı ilk zamanlar çok şaşırtmıştı.
Alara evde çoğu zaman tek başına ve yalnızdı. Sıkıntılı saatler geçiriyordu. Papatya’nın başını alıp gitmesine içerliyor, ama Papatya’nın sokakta dost kazanmasına da bir anlam veremiyordu. Papatya’nın kendisinden çok farklı davranışlar içinde olduğunu görmeye başlamıştı. Bunlar Alara’nın hiç görmediği davranışlardı. O, annesinin ve babasının kendisini yetiştirirken kazandırdığı alışkanlıkları sürdürüyordu. Selam vermeden yüzlerine bakıp geçmelerine mahallenin esnafı alışmıştı.
Papatya tatil düşlerini Alara ile paylaşmaya başladığında yakınlaştılar, iki iyi arkadaş göründüler. Paptya’nın kurduğu tatil düşlerini Alara aklının ucundan bile geçiremezdi. Annesi babası Alara’ya çocukluğundan bu yana tatilde gidebileceği en uzak ve değişik yerin babaannesinin evi olduğuna inandırmışken, Papatya onun kafasını karıştırmıştı. Tek başına, aileden uzak çıkılacak bir tatile hiçbir genç hayır diyemezdi.
Papatya’nın annesinden bir dileği olduğunda, küçük bir kedi yavrusu gibi sokuluyor, sadece kolunun altında soluk alıp, hiç sesini çıkarmadan, “neler olmuş minnoşuma” lafını duyana kadar bekliyordu. Alara ona gülerek bakıyor, Nadide hanım onunla nasıl başa çıkacak diye bekliyordu. Alara her defasında onların birbirlerine olan davranışlarından etkileniyordu. Özellikle anne babaya böyle yaklaşmanın ne kadar güzel, sıcak bir ortam yarattığını kıskançlığının örtüşmemesinden görememişti. Geç anlamaktan dolayı üzülüyordu. İsteklerini iletişim kurarak kabul ettirmenin kolaylığını keşfetse de kime o sıcaklıkta davranabileceği ile ilgili bir fikri olmadığı için yararı olmasa da, bilmekten dolayı mutluluk duyuyordu. Bunu uygulayabilmek için yüreğindeki sıcaklığın yarattığı mutluluğu hiç tatmamış olmanın sıkıntısını yaşamamak için babasına yaklaşmanın bir yolunu deneyecekti. Önce kendisini yeni davranışına hazırlaması gerekecekti. Ergenlik sıkıntıları içindeyken babasına yaklaşıp, samimi davranması çok zordu, ama yine de yapmak istiyordu. Davranışlarını değiştirme arzusu alevlendi.
Alara denemeye karar verdikten birkaç gün sonra; babasına daha önce göstermediği bir yakınlıkla yaklaştı. Yarattığı ortam sıcacıktı. Davranışı uysal bir kedininki gibiydi... Geç de olsa sevdiklerine yaklaşmada bu yolu tanımasını bir şans kabul ediyordu. Hedefi izin almak olsa da amacı Papatya ile annesine öykünerek babasına yaklaşmaktı, sevgisini göstermek, sevgisini kazanmaktı. Böylece farklı amaçlarla istediği hedefe, düşünü bile kuramayacağı hızla taşınıyordu.
Alara tek başına seyahate çıkma hayallerine daldı. “Sihirli güçleri olan bir kızım ben” diye sevinç gösterisi yaptı. O hiç bir zaman bu güçten yayarlanmamıştı. Bu kez babası onun kararlılığı ve sevgisi karşısında sesini çıkaramamıştı. Alara hiç fikir üretmemişti, koyulmuş kurallarla yaşamayı seçmişti. Genelde anne ve babası neyi yapmasını, neyi yapmamasını istiyorlarsa o şartlar altında yaşamıştı. Evin içinde sorunlu bir kız olup, yaşamına sevgiyle devam ettirebileceği bir savaş da olsa isyana sokmamıştı. Sınırları anne ve babasının koymasına izin verişi, annesinin baskıcı tavırlarıyla, yönlendirmesindendi. Daima “baban şimdi kızar, söyleme” diyerek, babasıyla hiçbir isteğini paylaşmasına izin verilmemişti. Hayır sözcüğünü hiç duymak istemeyen annesi; hayırlar içinde, ama hep „evet“ demiş bir çocuk olarak büyütmüştü..
-Canım babam, söyle bakalım senin kızın ne söyleyecek?
-Anladım, dedi babası, “benim güzel kızım, daha önce hiç denemediği bir yolla benden bir şeyler isteyecek.”
İçinden geçenleri babasının okuduğu ortadaydı. Alara söylemekten vazgeçer gibi oldu. Duyduğu sözler yavaşlatsa da durduramadı. Kararlıydı, devam etti.
-Baba sana göre ufacık bir şey, bir şey istemekse tabi isteyecek.
-Hadi söyle bakalım, ağzında geveleyip durma güzel kızım.
-Baba ben, yani kızın, hani sen büyüttün ya, hani severken; canım, bir tanem diye seviyordun bir zamanlar, prensesim derdin ya...
-Yine derim. Sen benim prensesim olarak kalacaksın. Lütfen söyle. Artık sıkılmaya başladım Alara!
Kadir bey bu konuşmanın altından ne çıkacağını merak ediyordu. Ama yine de, Alara’nın bu tip şımarık konuşmalarına hiç alışkın olmadığından sussun istiyordu.
Alara babasını fazla bekletmeden;
-Arkadaşlarımla tatile çıkmak istiyorum baba, deyip; derin bir soluk aldı; “oh be söyledim işte, ne kadar da rahatladım bunu söyleyince... Çıkamam değil mi baba?”
-Ben çıkamazsın demedim, nereye istersen gidebilirsin. Sen artık Üniversitelisin. Oh be kızım, ben de ne kadar rahatladım, dedi Kadir bey gülerek..
-Sonunda çıkacağımı bile bile çıkamazsın demedin bravo baba,
-Benim izin vermemin bir anlamı yok mu? Diye sordu kızına.
-Öyle mi dedim ben? Dedi Alara.
-Sanırım anladığımı demek istemedin, ama ben yine de o riske girmiyorum. Gidebilirsin diyorum.
-Teşekkürler babacığım, deyip yanağına bir öpücük kondurdu. İzin veren babası nasılsa para sorununu da çözecek, harçlıklarıyla tatil yapmasını beklemeyecekti
Daha önce böyle bir izin almayı hiç denememişti. Şaşkınlığına rağmen izinliydi, gidebilecekti. Papatya’nın annesiyle olan ilişkisinden etkilenip, onun gibi davranarak izin alan Alara; izninin sevincini, yeni bir davranış edinmenin gururuyla birleştirdi.


BODRUM’DA OTELDE
Genç kız ayni odanın içinde uyuyan arkadaşlarına baktı. Kim nerede yer bulursa oraya kıvrılmıştı. Tatili aileden uzak, arkadaşlarla geçirmek güzeldi. Canı istediğinde dışarı çıkıyor, canı istediğinde otelde kalıyordu; özgürlüğü elindeydi. Geç saatlere kadar konuşmak, sabah neredeyse güneş tepedeyken uyanmak, her sabah kahvaltıyı kaçırıp otelci kadının kahvaltı vermesi için şirinlik yapmak, yalnız geçirilen tatilin en tipik özelliğiydi.
Alara yarıya inmiş kola şişesine uzandı. Masanın üzerinde duran temiz bardaklardan birini telaşla doldurdu. Kola ne yazık ki ısınmıştı, birkaç yudum zor içebildi. Ege’nin sıcağı, gece bile kaynatıyordu. Apartta buzdolabı olmaması çok kötüydü, daha iyi şartlarda tatil yapmanın nasıl olabileceğini biliyor, fakat öyle bir tatili arzu etmiyordu.
Beş yıldızlı konaklamalar onun hiç hoşuna gitmezdi. Elini attığında istediği her şeyi bulabilmesine rağmen sevmezdi. Bu defasında o olanakların hiçbiri yoktu, buna rağmen tatilinin biteceğine daha ilk günden üzülmeye başlamıştı. Büyük otellerde animasyonculara çok kızardı. “Ne gerek var, ben eğlenemiyor muyum, sen beni eğlendirmeye çalışıyorsun!” diye bağırmak isterdi. Okuyarak, yazarak, konuşarak eğlenmesine izin vermezlerdi. Müzik, arkadaşlık onun eğlenebilmesi için yetersizdi.
Anne ve babayla yapılan tatiller annelerin zevk aldıklarıyla dolardı. Çocuklara sorulmaz, soruluyor gibi yapılırdı. Beş yıldızlı otel odalarında anne ve babanın uyandığı saatte uyanılırdı. Yemek seçerken büyüklerin istedikleri yemekler masaya getirilirdi. Genelde, “sizin de istediğiniz bir şey varsa söyleyin çocuklar” denirdi. Bu soru sorulana kadar masa, gereğinden fazla yiyecekle donatılmış olurdu. Çocuklar için; “ bir istediğimiz yok,” diye yanıtlamak en doğru istek bildirme şekli olurdu. Akşam yemeğini hamburgerci de geçirmeyi, sadece patates kızartması yiyerek bir öğün atlatmayı anne babalar kabul edemezlerdi. Gençler bazen bütün paralarını barlarda harcayıp, yemeklerde bir iki bisküviye razı olabilirlerdi. Ailelerle yapılan tatiller, „gelsin-gitsin yemekler“ olsa da çocukların ya da gençlerin gönlüne hizmet etmezdi. Ailelerle çıkılan tatiller, bir ev partisi kadar bile neşe vermezdi. O tatillerin rahat yanı para hesabının yapılmayışıydı. Sizin paranızı denkleştirme gibi bir düşünceniz asla olmazdı. Yine de o tür tatillerdeki arkadaşlıklar, anne ve babanın dizi dibinde başlar, düş kırıklıklarıyla sona ererdi. Annesinin bir aşağı bir yukarı kalkan kaş hareketleriyle idare edilen bir kızla genç erkekler gezmek istemezdi. Alara’nın tatillerde arkadaşsız kalmasının en büyük nedeni annesi olmuştu. “Fatma teyze nasılsın, bu gün hangi koydayız” gibi konuşmaların ardından gelen gülücüklerle tatil biterdi.
Alara bütün düşüncelerini bir diğeriyle kıyasladıktan sonra, beş yıldızlı otellerin ya da tatil sitelerin o sıkıcı halini arkadaşlarıyla geçirdiği tatildeki mutluluğuna değişemezdi...
Yattıkları oda sigara kokuyordu. Horul horul uyuyan arkadaşlarına baktı. Arkadaşları tatildeki eğlence kaynağıydı. „Tek kusurunuz fosur fosur sigara içmeniz“ dedi. Onların sigara kokularının ciğerlerine kadar inmesinden rahatsızlık duydu. Gruba uymak için birkaç gece onlarla olmuş, ama sonunda bütün gece gezip, bütün bir günü uyuyarak geçirse de yorgun düşmüştü. Böyle yaşamak istemediğinden gruptan ayrı hareket edecekti.
O gece yemek sonrası arkadaşları barlar sokağına giderken; “ başım ağrıyor” diyerek apartta kalmak istediğini söyledi. Kimse ısrar etmeyince kalması kolay oldu.
Ertesi sabah erkenden uyanmıştı. Biraz daha gayret etmiş olsaydı kahvaltıya da yetişebilecekti. Ama o dışarı çıktığında havuz başındaki kahvaltı masalarında sadece çay ve kahve aparatları duruyordu. Demli bir çay alıp masalardan birine oturdu. Etraf ne kadar sessizdi. Otelin sessizliğine aldanan biri odaların boş olduğunu düşünebilirdi.
Alara deniz kenarına inmeliydi, “yanımda bir arkadaşım olsa ne güzel olurdu, ikimiz erken yatıp, erken kalksak,” diye düşündü. Havlusunu almak için odaya girdiğinde, Papatya’nın yatağının yanına ilişti, hafif bir sesle,
-Papatya Papatya, diye bir kaç kez seslendi. Onu yanına alıp gidebilme umudunu yitirmek için sesleniyordu.
Papatya’yı önce uyandı sandı. Gözlerini iyice açıp Alara’ya bakan Papatya, arkasını dönüp daha derin bir uykuya dalmıştı. Papatya her taraf aydınlansa da bütün bir geceyi barda geçirdiği için çok uykusuzdu, gözünü açamamıştı. Güneş ışıkları ne kadar parlarlarsa parlasınlar, sıcaklıklarıyla da uykusuz gecenin mirası olan gündüz uykusundan onu mahrum edememişlerdi. Sanki tatilde oldukları şu birkaç gün Papatya ile olan ilişkileri biraz düzelmişti. En azından birbirlerine arkadaş gibi davranmaya başlamışlardı.
Alara, “babam benim tatile çıkmamdan gizli bir sevinç duyuyor” diye düşündüğünü Papatya’ya söylediğinde dakikalarca gülmüşlerdi.
Alara’nın ilk gün denizde ayağına batan deniz kestaneleri tatilin ilk birkaç gününü berbat etse de, apart sahibi kadının yakın ilgi ve alakasıyla o acıdan kurtulmuştu. Şimdi daha dikkatli davranıyor, deniz ayakkabısı giymeden yere basmıyordu.
Papatya’yı uyandıramayan Alara yine onların uyanmasını beklemeye karar verdi. Herkes uyurken akşam ne giyebileceğini seçmek güzel olacaktı. Valizini açtı, henüz getirdiği giysilerin çoğunu giyememişti. Gce çıkarken güzel bir şeyler giymek ve şık olmak istiyordu. Papatya şık bir kızın bir erkeği etkileyebileceğini söylemişti. Şık olmanın
ilk şartı kendine yakışanı giymekti.
Alara o anda başka bir arkadaşına çıkma teklif ettiği söylentileri yayılsa da Onur’la beraber olmak istediğini Papatya’ya söylememekle iyi etmişti.
Papatya,
-Sen şık ol yeter, sevimli ol, en güzeli sana yakışan. Ben böyle düşünürüm, dese de ona sonuna kadar güvenmemeliydi.
Onur’un kendisini fark etmesini arzu ediyordu... Onur’un dikkatini çeker de kız arkadaşı olabildiğini kanıtkarsa tatilin kalan kısmı çok daha güzel geçebilirdi.
Bütün kızların gözünün Onur’da olduğunu düşünen Alara, birkaç giysi denedikten sonra umutsuzluğa kapılır gibi oldu. Bu durumda onun dikkatini çekemezdi. Giysileri güzeldi, ama yakıştıklarından çok emin değildi. Nasıl durduğunu mutlaka Papatya’ya sormalıydı. Lale deliler gibi aşk yaşadığı Ethem’le ilk buluşmasında Papatya’dan yardım istemişti. Hem Papatya bu konuda çok da uğurluydu. Neye elini atsa mutlaka oraya bereket yağardı. Alara bu tür batıl itikatlarında kurtulamıyordu. Çoğu zaman içine gömse de birkaç batıl itikat ortaya atıldığında zayıflığını, geri kafalılığını gizleyemiyordu.
Tekrar düşünceleri Onur’da çöreklendi.
Bu gün geliyorum, yarın geliyorum diyen Onur’dan ses soluk yoktu. Alara tatile çıkarken ne umutlarla hazırlanmıştı. Beklediği beraberlik gerçekleşecek, kumsalda dans edecek; güzel sözler duyarak mutlu olacaktı. Bütün arkadaşlarına özellikle Papatya’ya istenen bir kız olduğunu ispat edecekti.
O gece de erkenden yattı. Kimse ortalarda görünmüyordu. Yatar yatmaz da uyudu.


PAPATYA UYANIYOR
Alara sabah yine giysi hazırlama telaşındaydı. Bunu iki sabah üst üste yapmaktan usanmamıştı. Bir yandan giysilerini hazırken bir yandan da konuşmaya devam ediyordu.
-Bu kadar uyumanın hiçbir anlamı yok. Sözde birlikte tatile çıktık.
Papatya;
-Sen şu odanın içinde dolaşmaktan vazgeçer misin? Uykumu dağıtıyorsun.
-Zaten amacım sizin uykularınızı dağıtmak sevgili kardeşim...
-Bizden ne istediğini bir anlayabilsek. Rahat bırak lütfen Alara.
-Hadi fosur fosur, uyuduğunuz su kibrit kutusu kadar odada sigara içmenize ses çıkarmadım. Sizin yüzünüzden otelci kadından yediğim azara da göz yumdum, ama koskoca bir günü uyuyarak geçirmenize göz yumamam... İşte aldım pikelerinizi ne yaparsanız yapın.
-Lütfen Alara çocuklaşma, gece kaçta yattığımızı biliyorsun. Bırak da uyuyalım.
Alara;
-Bu gün de kahvaltıyı kaçırıyoruz, dedi.
Bu kez Eda derin uykusundan uyanıp;
-Bizden ne istiyorsun, dedi. “git kahvaltını et! Kızıyorum ama. Sen kahvaltını et. Biz biraz sonra yanındayız.”
Alara;
-Ben kahvaltımı bitirdikten sonra gelmişsiniz neye yarar.
Papatya;
-Sen de tabağını bitiremeyeceğin kadar yiyecekle doldur, deyip kafasını yastığın altına soktu.
Eda bu kez,
-Gerçekten Alara dışarı çıkar mısın, uyumak istiyorum.
-O geri zekalı kadının size kahvaltı hazırlamaya beni mecbur etmesinden nefret ediyorum, diye bağırdı Alara.
Eda;.
- Şimdi anlaşıldı senin amacın. Kızım biz sana bize kahvaltı ayır diyor muyuz?
-Biliyorum bir teşekkür bile etmemenizden belli, ama o kadın, ‘ evladım arkadaşlarına kahvaltı hazırla’ demiyor mu ben o an deliriyorum, kadını öldürmek istiyorum...
-Git Alara! Bence kadını öldür. Yeter ki konuşma!
Alara sıkıntısından Eda’nın mavi cinini elinde yumak yaptı, tam o anda gözlerini açan Eda,
-Sen çıldırdın mı deyip, pantolonu elinden almak yerine elindeki yastığı kafasına fırlattı.
Alara,
-Sen misin bana yastıkla saldıran! deyip Eda’nın kafasına üst üste, elindeki giysilerle yumuşak da olsa vurmaya başladı.
Odada yastıklar havada uçuyordu. Odanın içi karmakarışık olmuştu. Diğer odalarda kalan arkadaşları da yastıklarıyla yanlarına koştular, şaka çığırından çıkmıştı. Yasin, Sema, Bezmin, Ateş ve diğerleri. On beş genç, “iste bu anı bekliyorduk, yastık savaşçılarına bakın!” diye bağırıyorlardı. Etraf yastık meydanına döndü.
Eda;
-Ne istiyorsun zavallı masum pantolonumdan, intikamı alınacak, ne yaptı sana?
-İnanamıyorum ben , al sana,” dedi Alara, yastığını son bir güçle fırlattı. Yastıkların içinden çıkan sünger parçaları etrafa dağıldı. Öfkenin yerini kahkahalar almıştı. Dışarıda biriken müşteriler odada neler yaşandığını merak ediyorlar, ama içeri giremiyorlardı. Yastık kavgası uzadıkça gülme sesleri fazlalaştı. Otelci kadın;
“Ne oluyor gençler, kesin şunu” diyene kadar devam ettiler. Sonunda hiç bir şey olmamış gibi sakinleşip her biri kendi odalarına çekildiler.
Alara hepsinden önce sakinleşip kahvaltıya geldi. Onun arkasından da diğerleri. Gençler sakinleşmiş görünüyorlardı.
Alara Eda’ya;
-Tatil demek koskoca bir gece barda dans edip, bütün bir günü uyuyarak geçirmek mi? Kendime göre tek bir arkadaş bile bulamadım ne kötü.
Eda,
-Bizlerle olmaktan sıkılana bak...
Alara’nın güneşten kızaran teni yanmasaydı konuşmasına devam edecekti.
-Derimin soyulmasından nefret ederim. Bir süre sonra uyuz gibi olacağımdan eminim. Bu sözleri söyler söylemez; görünüşü sevecen olsa da sevemediği otelci kadınla burun buruna geldi. Kadın eğilip Alara’nın güneşten kıpkırmızı olmuş cildine bakıp gitti. Yaşlı kadın iki tüp ilaçla döndü.
-Bu ikisini karıştır. Sür sür incelemeyi bırak. Hemen acısını alacaktır, dedi.
Alara duyurmak istemiyor gibi fısıldadı,
-Teşekkür ederim, o ilacı sürmek istemiyorum, dedi. İçinden bir ses ayıp ettiğini söylese de, kadına çok anlamlı bakışlarıyla baktı. Tatilini berbat etmek için elinden ne gelirse yapan kadına dayanacak hali kalmamıştı. Alara kızgın bir şekilde ilacı aldı, ama sürmedi. Kızarak konuşmaya devam etmiş, otelci söylediklerini duymamıştı. “niye mi? Sen verdiğin için, delice karışmandan nefret ediyorum. Derim soyulsun! Aptal derim yansın, acı çekeyim, ama ben istediğim için böyle olsun Yanlış ve bozuk şeyler istiyorum yaşantımda.”
Otelci kadın elindeki ilaçları sıkıp duran Alara’nın kahvaltı masasına doğru yürüdü, bir sandalye çekip yerleşti. Kurtuluş yoktu.
-Bak sen, hala ilacı sürmek istemiyor. Ne demek sürmek istememek, sen tekneden indiğinde de tuzla suyu istemiyorum demiştin, ben sana aldırmadım. Zorla içirdim. Deniz kestanelerini çıkarmak için de ayağını zeytinyağının içine zorla soktuğumu hatırla. Geldiğinden bu yana başın beladan kurtulmadı. Birkaç gün önce magazin gazetelerinin birinde okudum, depresyona karşı erken uyanmak gerekiyormuş. Sen sanırım depresyona girmemek için erken kalkıyorsun. Bu çocuklar zaten çok geç yatıyorlar, niye uğraşıyorsun onlarla. İnsan uyumlu insanla tatile çıkar, bunu bil. İstenmezsen bir gün beni hatırla.
Alara;
-Ben zaten çok aranan biri sayılmam. Gördüğünüz gibi çok da sorunluyum. Erken yatıp geç kalkıyorum.
-İşte neden bu senin erkenden uyanman. Kimseye rahat vermiyorsun ki, bırak gençleri
Alara’nın gözleri fal taşı gibi açıldı. Bütün bir günü uyuyarak geçiren arkadaşları normal, Alara anormal biri olarak algılanıyordu. Erken kalkmak gibi garipsenen bir davranış sergilediği için beğenilmeyen olmuştu. Şaşkınlığını gizlemeye çalıştı. Eda, Papatya ve diğerleri, zar zor kahvaltıya yetişmişlerdi, çok neşeli görünüyorlardı. Yastık kavgasından sonra rahatlamışlardı.
Eda;
-Biz ne güçlü yastık kavgacılarıyız. Ne biçim dövüştük
Papatya;
-Öyle fırlatmışım ki yastığı kollarım ağrıyor
Yasin;
-Pazıların güçlenir kızım ne güzel işte.
Eda,
-Onda bir pazı var, görmeniz lazım
Yasin;
- Nasıl görmem lazım, elinin ağırlığını ancak taşır. Kafam kırıldı sandım.
Konuşma uzadıkça uzadı. Bir de “Yastık savaşçıları” diye bir beste yapmışlardı. Şarkıyı herkes istediği ritimle söyleyebiliyordu. Ayrı ayrı deniyorlar, söylemeye çalışıyorlar, ama gülmekten devam edemeyip yarım bırakıyorlardı.
Otelci kadın;
-Bu ne iğrenç şarkı böyle, ne dediğiniz belli, değil. Bana bakın bütün yastıkların içini dışına çıkardınız. Giderken her patlattığınız yastık hesabınıza yazılırsa sakın itiraz etmeye kalkışmayın, hesabınız oldukça yüklü olacak. O zaman da çok eğlendik dersiniz olur biter, dedi.
O gün Onur geliyordu. Telefon etmiş yoldayım demişti. Onur’un hangi odada kalacağı konuşulurken, Alara’nın neşesi iyice kaçtı.
Yasin,
- Siz bırakın Onur muhabbetini, adam kızıyla geliyor, bizimle kalacak değil ya, tabi ki onunla kalacak. Bezmin sizlerden birinin odasında o da sevgilisiyle koyun koyuna.
Alara’nin gözleri yerinden fırlayacak gibi oldu. Aslında harekete geçen kalbiydi.
Eda,
-Kızıyla mı geliyor, nasıl yani? Bir de o sivrisinek arkadaşının kızı mı var?
-Hostes sevgilisiyle geliyor, diye yanıt verdi Yasin, Eda’ya dikkatle bakarak. “arkadaşım yakışıklıdır bir kere.” Dedi.
Sorular her birinden teker teker geldi;
-Hostes mi? Kaç yaşında bu kız?
Yasin;
-Yirmi üç falan var sanırım, dedi.
Alara,
-Yani biz on altı o yirmi üç. Bizim aramızda ne işi olabilir ki? Diye sordu.
-Küçük hanım, yaş hani sizler için önemli değildi. Onu kabul etmemeniz demek kendi büyüdüğünüzü de kabul etmemek demektir?
Papatya,
-Sen ne diyorsun abi, bir iki yaş değil tam altı yaş düşünsene kız Üniversiteyi bitirmiş. Onur daha birinci sınıf mı, ikinci sınıf mı belli değil.
-Gönül bu kızım, ota da konar B... da
-Gönül mönül olduğunu nereden çıkardın...
-Düpe düz yengemiz var artık. Adama bak, buldu yirmi üçlük kızı hayatını yaşayacak.
Alara dayanamadı;
-Nasıl yengemiz oluyor, çocuk bizim sınıfta bile değil.
Yasin;
-Hakikaten bizim Onur’un bir an on yedi yaşında olduğunu unutmuştum, çok komik olacaklar bunlar.
Alara, Onur’u kaybettiğini düşündü, çok üzgündü. Ona aşık olması kötüydü. Arkadaş toplantıları Onur katılınca anlam kazanmıştı. Alara duygularını en yakın arkadaşlarına bile açmaktan kaçınmıştı. Gerçek bir aşk olup olmadığını, Onur’a bir şeyler hissedip hissetmediğini anlayana kadar sorgulamayacaktı.
Tatile çıkmadan önce Onur’un özel kız arkadaşının Papatya olabileceğini, ya da olmadığını düşünüyordu. Duyduklarından sonra yanıldığını anladı. Arkadaşlarına Onur’a hissettiklerinden hiç söz etmediği için sevindi. Kendisiyle alay etmelerine, umutsuz bir aşka yakalandığını düşünerek acımalarına dayanamazdı.
Alara’ya göre Onur ile arasında duygusal bir ilişki başlamamış, o öyle sanmıştı. Peki o neydi? Papatya ile buluşması da ayrı bir sorundu…
Alara bütün bu konululanlardan sonra aldandığını kabul etmek zorundaydı. Onur’un yanında bir kızla Alara’nın tatil yaptığı yere gelmesi canını çok acıtıyordu.
Alara geceyi zor geçirdi. Tatilini yarıda kesip geri dönmeyi planladı. Dönebilirdi. O gece Eda da yorgun olduğunu söyleyerek eğlenceye inmedi. Alara Eda’yı uyutmadı. Üç gecedir otele bağlanıp kalmıştı. Yalnız tatile çıkmasının sevinci yarıda kalmıştı.
-Ela bu kız nasıl biri acaba?
-Hangi kız?
-Canım Onur’un yanında getireceği hatundan söz ediyorum.
-Kesin bizlerden farklı biridir. Öyle olmasa adam niye getirsin? Bize gösteriş yapacak. Ben böyle biriyle çıkıyorum, daha doğrusu çıkmayı becerebiliyorum, görün beyler, hanımlar falan demek için getiriyor. Yoksa böyle bir saçmalığa niçin kalkışsın.
-Sence gerçekten saçmalık mı?
-Hangisi? Ne saçmalığı?
-Hani sen söyledin ya, Onur’un kızını bizim aramıza getirmesi.
-Aslında ben öyle dedim, ama benim için biraz eğlenceli, düşünsene bambaşka biri aramıza geliyor. Karşımızda gelişmiş bir kız, o kesin deneyimlidir.
-Nereden çıkardın deneyimli olduğunu, sana yararı ne bu kadar seviniyorsun.
-Kim bilir kız kaç kişiyle çıkmıştır. Biz ondan çok şey öğrenebiliriz Alara değil mi?
-Tabi haklısın galiba, niye öğrenmeyelim, yeter ki sen öğrenmek iste.
- Kız karşımızda kikirdeyip duracak, en azından ne zaman kapris yapılır ne zaman küsülür bunları öğreneceğiz. Nasıl erkeğin gözlerine bakılır bunları öğreniriz. Yaşadık Alara, deyip Alara’ya dirseği ile dokundu.
Alara;
-Ben kızın gelmesinden memnunum diyemem.
-Zaten senin memnun olup olmadığını soran biri yok ki, adam almış kızı geliyor. Sana mı soracaktı. Herkesin kendi hayatı.
-Herkesin kendi hayatı da, birlikte arkadaş arkadaşa çıktığımız bir gezi bu. Aramızda yabancıların ne işi var. Biz dans etmiştik. Birkaç kez de birlikte dolaşmıştık. Ben umutlanmıştım da...
-Dur kızım, sen yoksa, bu çocuğa.... Anladım aşıksın! Söylesene kızım, dedi hayret ederek.
Alara başını öne eğdi, pikesinin püskülleriyle oynuyordu.
-Dur, ama boşuna üzülme kızla geliyor diye. Sence bana niye söylemedi? Kız sevgilisi olsa niye söz etmedi? Geleceği kızdan söz etmemesi biraz garip?
Alara sadece başını sallamakla yetindi. Gözleri dolu doluydu,
Eda;
-Ah benim güzelim sen aşıksın. Ben oysa ki onların arasında... Şeyle bişe var sanmıştım, diyerek ağzında geveledi, söylemek istemedi. Ikına sıkına; “Papatya” dedi.
Alara yeni bir korkuya sürüklendi, “Papatya ile arasında bir şey olabilir miydi?” diye sorduğunsa, Eda’nın hiç sesi çıkmadı… Biraz düşünüp; “belki” dedi.
Ertesi gün hiç de düşündükleri gibi olmadı. Onur suşlanmış bir zavallı gibi çıka geldi. Sırtında çantası tek arkadaşıydı. Alara rahatlamıştı. Onur’a yakınlık gösterdi. Ama ne yazık ki ayni ilgiyi Onur’dan göremedi. Onur Papatya ile şakalaştı. Papatya da ona bir sevgilisi gibi yakın davrandı, yanağını sıktı. Ortada başka birinin varlığına katlanamayan Alara, üvey kardeşine nefretle baktı. Her şeyini alan kızdan nefret ediyordu. Alara Paptya’nın ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordu. Sevgilisi vardı, Onur’dan ne istiyordu?
O gün zaman; havuz başında, otelin küçük barında geçti. Alara kendisine giyeceği bikiniye kadar dikkat etti. Arada sırada arkadaşlarından ayrılıp odasına geçti. Anı defterine bir şeyler karaladı. Yarım boy aynasında yüz hatlarını dikkatle inceledi. Güzel görünmeyi bu derece önemsediği hiç olmamıştı. Güzeldi güzel olmasına da güzelliğinden emin olmak istiyordu. Sanki psikolojik bir estetik yapmıştı. Dışarı çıkarken kendini daha ince, tenini daha yumuşak saçlarını daha gür gördü. Sağdan bakıldığında güzel göründüğünü düşünecek kadar incelemişti. Bunun ne kadar delice bir davranış olduğunu bilmesine rağmen yapması çok komikti. O böylesine güzelleşmişken, bütün arkadaşlarının; özellikle kızların Yaprak'a güzellik övgüleri yağdırmalarına çok kızmıştı. Sonra da ne yazık ki kokusunun güzel olduğunu söylemelerine kadar indi beklentisi, ama onu da Esin’e kaptırdı. İltifatlardan hiç kısmetini alamamış şekilde bir kenarda somurtup kaldı. Tek iltifat edilmeyen, bir ayrıcalığı olmayan kendisiydi. Birine, titiz temiz akıllı denirken, öbürüne; süslü, güzel, diğerine güzel giyiniyor övgüleri yağdırılmıştı. Özellik taşımayan biri olması, arkadaşları tarafından önemsenmemesi onu çok üzdü. Yüzü gerildi, kaları çatıldı. Sıkıntılı olduğunu artık herkes anlayabilirdi. Eda diğerlerine söylemiş olabilir diye düşünürken gururunu kurtarmak istedi. Başka bir sevgilisi olduğunu düşünürlerse Eda’ya inanmayabilirlerdi.
Arkadaşlarının yanında gururunu kurtarmak için bir şeyler yapacaktı. Sevgilisi arıyormuş gibi yapıp resepsiyondan kendi numarasını çaldırdı ve açılmasını beklemeden cep telefonunu kapattı. Hemen arkasından telefonun özel melodisi bir kez daha çaldı. Can kurtarıcı gibi, yeni arayan yetişmişti.
“Canım, güzelim, ne iyi yaptın, ben de merak etmiştim” diyerek onunla konuşan halasıydı. Alara onu çaldırarak aramasını sağlamıştı. Tek yapmak istediği arkadaşlarının ilgisini çekmekti. “Hala, tamam, oldu, peki” gibi kısa kesilen konuşmalar yapardı. Alara’nın o an telefondaki konuşmasıyla halası bir şaşkınlık yaşadı. Yakınlığının sadece arkadaşlarını kandırmak için oynadığı bir tiyatro olduğunu tahmin edemezdi. Yeğeninden gördüğü samimiyete sevinmişti. İçten, sevgi dolu bir yeğen sahibi olmak güzeldi, keşke bu sözleri her zaman işitebilse, hep böyle yakın olabilseydi.
Bir sonraki gün ayni şeyi Nadide hanım yaşadı. Yüzü gülmüş içi cıvıl cıvıl olmuştu. Alara ile konuşmaktan birkaç sözcükle de olsa zevk almaya başlamıştı. Amacı da zaten minik üvey kızını kızgın görmemekti. Böyle davranabildiğine göre mutluydu, en azından tatilin mutlu ve huzur dolu geçirilmesi sonraki günlerine de yansırdı.
Alara konuşmayı özellikle uzatarak otelin arka bahçesine doğru yürüdü, sesinin duyulmayacağı bir yerde konuşmasını sürdürdü. Sanki sevgilisiyle konuşuyordu. Sevgilisi onun tatlı sohbetine doyamıyormuş gibi hissetmeleri için ne söylemesi gerekiyorsa söyledi.
Konuşma bitmeden telefon kapanmıştı. Arkadaşlarının yanına geldi.
-Ne bu kızım uzattın da uzattın konuşmayı, bu kadar uzun konuşulur mu? Sonra da telefon parası deyip duruyorsun dediler.
-Görmediniz mi o aradı dedi.
Esin romantik bir sesle,
-Bu kadar saat o mu konuştu, hem de kendi mi aradı? Ay inanamıyorum, diyerek ellerini göğsüne koyup vücudunu kıvırttı. Kendinden geçmiş gibiydi. Benim de beklentim bu, inşallah bir gün de beni böyle arayıp saatlerce kontür düşünmeden konuşurlar dedi.
Esin inanmıştı. İnanan birinin olması Alara’yı rahatlattı.
İstediği olmuştu. Sevilen aranılan biri olduğunu kanıtlamıştı. Telefon bir kez daha çaldı. Herkes kulak kesilmişti. Bazıları neler olduğunu bile henüz anlayamamışlardı. Anlasalar üzerinde durmazlar, gülüp geçerler, belki de üstüne gidip Alara ile alay ederlerdi.
Oğlanlardan biri;
-Valla Alara, yine öyle saçma sapan, saatlerce konuşursan kırar atarım o senin son model detone telefonunu dedi.
Alara yerinden kalktı... Konuşma bir önceki gibi uzun değildi, karşı taraf sadece veda etmek için aramıştı, Alara;
-Güle güle canım deyip telefonu kapattı.
Arkadaşlarının arasında bir sessizlik vardı.
-Kimdi o? diye sordular.
İçlerinden biri,
-Kim olacak babasıydı kızım. Alara kime böyle güle güle der, saatlerce konuşmadan. Ancak ailesi olabilir, dedi.
Öbürü;
-Kızım sen Alara’yı bilmez misin o, babasıyla uzun konuşur. Aradı diye adamın bir dayak yemediği kalır. Şak diye adamın suratına kapatır mı telefonu.
-Ben bunu yapamam doğrusu dedi, bir diğeri.
Bir başkası,
-Ailemi hiç kimseye değişmem. Annemden daha kıymetli kim olabilir? Peki sen Papatya sesin çıkmıyor, sen yapabilir misin?
-Siz güzel güzel konuşuyorsunuz, beni karıştırmasanız, benim de kendimce fikirlerim olsa ve kendime saklasam..
-Gördünüz mü, Papatya üvey kardeşiyle kötü olmak istemiyor.
Papatya;
-Üvey kardeşi demek zorunda mısın, dedi kızarak.
-Ne diyebilirim ki, hala arkadaş olduğunuzu söylesem çok saçma olur. Kardeş de sayılmazsınız. Annen onun babasıyla ayni yatakta yattığına göre çoktan akraba oldunuz derim ben.
Bu sözler bilmediği bir nedenden dolayı Alara’nın içini acıttı. O hiç bu duygularla herkesin içinde yüzleştirilmemişti. O gece ard arda çalan telefonlarla ilgili başka yorum gelmedi. Odalarına çekildiler.
Eda Papatya’nın duyamayacağı bir sesle,
-Alara, dedi. Niye yalan söyledin, halan aradığı halde niçin sevgilin aramış gibi davrandın? Ne gerek vardı buna? Diye sorsa da Alara açılmamakta, Eda’ya doğruyu söylememekte diretti.
Bu durumda daha fazla konuşmaya gerek yoktu. Eda bir süre dergileri karıştırdı sonra da ışığı bile kapatmadan uykuya daldı. Kızgın olarak uyuması Alara’nın pek hoşuna gitmemişti. Yine sırrını paylaşmaktan kaçınmıştı. Yatağa girdikten sonra sağa sola döndü durdu, uyuyamıyordu. Dost kazanabilmesi imkansızdı. Eda onunla kalmış dışarı çıkmamış, yakınlık göstermişti, ama o elinin tersiyle Eda’nın yakınlığını itmişti. Yapabileceği, düzeltebileceği hiçbir şey yoktu. Düşünmemeliydi. Düşündükçe üzülüyor, sıkıntıdan patlayacak gibi oluyordu. Bir ara perdeyi aralayıp dışarıya baktı. Arkadaşlarından diğer odada kalanlar salıncağın etrafında toplanmışlar, bir şeyler içip konuşuyorlardı. Onur ile Papatya salıncaktaydı. Daha dikkatle baktı, sallanıyorlardı. Papatya’nın Onur’u elinden almasına dayanamazdı. Yaşantısını alt üst etmesine izin vermemeliydi.Yanlarına gitmek istedi Giderse ne yapacaktı? “Kalk, Onur’un yanına ben oturacağım, onunla salıncakta ben sallanacağım „ mı? diyecekti. Başını iki elinin arasına aldı, başı ağrımasa da bir ağırlık vardı. Taşıyamıyordu, düşünceler ağırlaştırmıştı. Gidip gitmemesinin doğru olup olmadığını düşünmeye başladı. Odasından çıkmak için hazırlanırken, sesler duydu. Onların çıkış kapısına kadar yürüdüklerini tahmin etti. Perdeyi araladı otelden çıktıklarını gördü.
Peşlerinden koşup yetişmeliydi. Koştu, oda kapısını kapatmamıştı. Önünden Onur’la Papatya kol kola bir gölge halinde uzaklaştılar. Diğerleri çoktan çıkıp gitmişlerdi. Alara ağlayacak gibiydi. Tam bu kızla iletişim kurmuşken bir sorun ortaya çıkıyor, anlaşmamaları için ne gerekirse yapıyordu. Papatya’ya güvenemiyordu. Her sevdiği şeyi elinden almak için hazır bekliyordu. Yıkılmıştı...
Bir kola içip biraz serinleme umuduyla havuz başına yürüdü. Masalardan birine elinde kola kutusuyla adeta düşer gibi oturdu. Bir şeyler yanlış gidiyordu. Ama neyin yanlış gittiğini bulamadan büyüyüp gitmekten korktu. Birden kafasında babasına farklı bir öfke oluştu. Babasına öfkelenmesinin doğru olmadığını bilse de elinden hiçbir şey gelmiyordu. Suçun onlarda olmadığını biliyor, ama ne yazık ki suçlu aramakta diretiyordu. Böylesine yalnız kalmasının, arkadaşlarının arasında bile hep yalnızlık hissetmesinin nedeni, acaba doğduğu ay, yani burcu olabilir miydi? Boğa burcu insanlarının zaman zaman yalnızlık çektiğini bir yerlerde okuyup okumadığını hatırlamaya çalıştı. Çok dalmıştı...
“Pöh!” Diye bir sesle irkildi.
Arkasını döndü Onur duruyordu. Şaşırdı.
Onur yanında belirmişti.
-Kızım sen hortlak mısın?
-Neyim, ben neyim?
-Sen bir şeysin demiyorum, sen hortlak mısın? Diye soruyorum dedi.
Alara’nın kafası karmakarışıktı, “peki o kimdi? Papatya’nın beline elini dolayıp onu otelin dışına çıkaran. Hayal görmüş olamazdı.
-Siz salıncakta oturmuyor muydunuz?
-Evet oturuyorduk...
-Peki, ama, dedi Alara sustu.
Kızardı, utandı, Allahtan her taraf karanlıktı da kızardığı görülmemişti.
“Sen gitmedin mi?” Diye sorabildi Onur’a.
-Nereye, diye soran Onur; nereye olduğunu biliyor gibiydi. Belki o da heyecanlıydı, o da hayatında ilk kez bir kıza duygularını açıklamaya hazırlanıyordu. Onur uzandı Alara’dan küçücük bir öpücük alıverdi. O an Alara’nın ayakları yerden kesildi.
Bütün gece sahilde dolaştılar.
Odaya döndüğü zaman bir rüya görmüş gibiydi. Sahilde gitar çalan bir gencin elinden gitari alıp birkaç sözcükle duygularını Alara’ya anlatmıştı. Ona çıkma teklif etmişti. Alara daha önce hiç çıkma teklifi almadığını hatırladı. Çıkmıştı ama hiçbir teklife gerek kalmadan. Böyle romantik, böylesine sevildiğini hisseden bir teklif alması ona düş gibi gelmişti. “Ben demişti Onur, hayır dersen kendimi sulara atarım.”
Alara gülerek sordu;
“Hayrola, nereye yolculuk?” Konuşurken kıvrılan dudağından daha pembe bir dudak olmadığını, gözleri kadar parlayan hiçbir gözün o karanlıkta dolaşmadığını biliyordu. Kendisini hiç bu kadar mutlu, hiç bu kadar sevinçli, hiç bu kadar hayat dolu hissetmemişti. Bir an Onur’la olmaktan mı, yoksa müzikle bir çıkma teklifi aldığı için mi ayaklarının yerden kesildiğini anlayamadı. Ay ışında sarılıp, mezuniyet günündeki gibi dans ettiler. İkisinin de kalpleri dışarı fırlayacakmış gibi çarpıyor, ikisi de birbirlerine güçlü görünmeye çalışıyorlardı. Bambaşka bir dünyadan yeryüzüne bakıyorlardı.
Alara bütün bu duygular içinde yatağına uzanmış, hafif örümcekli tavana bakarken sabah olmak üzereydi.
Papatya,
-Bütün gece sayıkladın durdun, dedi.
Alara yarı uykulu,
-Sen öyle zannet. Hiç de sayıklamadım, sen benim sayıkladığımın düşünü görüyordun, dedi. Papatya’ya karşı çıkarken bile sesinden bir yumuşaklık vardı.
-Sen bütün gece uyumadın mı? Giysilerinle uzanmışsın, bu halin ne terliklerin, evet kumlu onlar. Kızım sen gece dolaşmaya falan mı çıktın.? Neler oluyor, yüzündeki bu mutluluk ne, dedi.
Alara gözlerini tavandan ayıramıyordu. Neredeydin hesap ver. Ben uyurken odaya girdiğini bişliyorum. Geldiğimde yoktun, cep telefonunu çaldırdım ona da yanıt vermedin.
Alara, örümcek korkusunu bile yendiğini söyleyerek tavanda dolaşan örümceği tebessümle işaret etti. Örümceklerle de yaşamın güzel olduğunu çığlık atarak haykırdı. Seviyordu, seviliyordu. İşte mutluluk buydu. Doya doya yaşamalıydı. Bekledikleri olmuştu... Üvey annesinin “sabır kızım yaşam sana koşarak gelir sen yeter ki sabırlı ol,” demesini hatırladı. Artık üvey annesini bile özlemişti. Ayakları galiba en mutlu organıydı, bedenini taşımaktan, dans etmekten en çok onlar etkilenmişti. Uçmak buydu… Uçuyordu.
Papatya;
-Başardık galiba, dedi.
Alara;
-Neyi başardığımızı düşünüyorsun?
-Onur’un duygularını sana açmasını. Senin ne kadar yumuşak ve sevgi dolu bir kız olduğunu ona anlatana kadar başım döndü. Salıncakta sallanmayı da hiç sevmem, ama senin için katlandım.
Alara;
-Nasıl yani? Diye sordu
-Onur senden ters bir cevap almaktan çok korkuyordu. Seni anlattım, anlattım...
-Sen mi anlattın beni,
-O seni yeteri kadar tanıyor da, ben biraz cesaret verdim, hadi dedim... Git söyle diye bağırdım
-Papatya, lütfen açık konuş
-Aracılık denmez, ama yine de denir. Seni seviyordu cesareti yoktu.
-Ne dersen de, beni kızdıramazsın, dedi Alara.
Gerçekten Papatya onu kızdıramamıştı. Ne kadar üstüne giderse gitsin yüzündeki gülücük kaybolmadı.
Papatya o zaman dayanamayıp,
-Kızım gece bir prensle buluştun, dedi.
Alara birden yerinden kalktı.
-Sen nerden biliyorsun?
-Çıkıyorsunuz! Sana çıkma teklif etti! diye gülerek haykırdı, istediğin bu değil miydi, işte mutlusun... Gerisi boş.. İnan ki senin incinmeni istemem kendine dikkat et, çok kaptırma olur mu, yani şu anda olduğu gibi, dedi.
Alara söylenenleri duyacak durumda değildi. Dalıp gitmişti. Gece olanlardan söz etmek istiyordu ama dili sürçecekmiş gibi geriye gidiyor, anlatmaktan vazgeçiyordu. Sanki anlatırsa sihir bozulacak her şey bir düş gibi kaybolup gidecekti.
Yine de anlatmasının daha iyi olacağına karar verdi. Kendisine neler olduğunu anlamaya çalışan bir arkadaşı olmasının da ayrı bir keyfi vardı. Sevilmekten çok, Papatya’nın gözündeki hayranlık onu etkilemişti. İlk aşk, ilk mutluluk buydu. İnsanların birbirlerini sevmekten daha önemli ne olabilirdi yaşamlarında.
-Ne bakıyorsun öyle, dedi Alara,
- Düşünebiliyor musun, biraz sonra dışarı çıkacaksın ve senin gelmeni dört gözle bekleyene koşacaksın. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?
-Evet biliyorum Papatya, teşekkür ederim dostluğun için. Onunla bazı şeyleri paylaşabileceğini hissetmesi de aşk gibiydi. Bu ilk kez oluyordu “sana kalbimden söz etmiş miydim. Ver elini ver şuraya koy,” dedi. Papatya’nın elini aldı kalbinin üzerine yerleştirdi, sustu. Bir eliyle dur işareti yaparken gözlerini de yummuştu. Bak dinle kulak ver, duyuyor musun?
Papatya;
-Haklısın, elimin altında bir kalp kıpırdıyor gibi.
-İşte bak tamam değil mi?
- Duydum duydum, dedi.
Artık olay belliydi Alara gönlünü kaptırmıştı. Gelecekte neler olacağını beklemekten başka çare yoktu.
Saat ilerlemişti. Bu konuşma uzun sürmüş, zaman çabucak geçmişti. Kahvaltı için çağırıyorlardı.
Alara apar topar valizi yatağının üzerine döktü, içinden empirme bir etek çıkardı üzerine de beyaz jarse askılı bir buluz attı. Topuklu yeşil pabuçlarını yatağın üzerine koydu.
Eda bağırdı,
-Hey! Sen ne yaptığını farkında mısın! Ayakkabıları yatağın üzerine koydun. Bırak şunları deyip aldı yere fırlattı.
Alara kılını bile kıpırdatmadı. Hiç kızmamıştı. Böyle bir hareketi daha önce herhangi biri yapsa kıyamet kopardı. Giyinmeye başladığında Eda iyice şaşırdı,
-Sen bunları giyiyor olamazsın. Bu tatilin balından beri beni çok şaşırtıyorsun. Kızım delirdin mi sen, senin gibi bir kız bunları güpe gündüz giyerse bize benzer. İnşallah kırmızı ruj falan sürmeye kalkışmazsın.
-Birkaç yaş büyük görünmek için ne gerekirse yapmalıyım, dedi.
-İnanamıyorum sana, sana saçma gelen bütün bu şeyleri niye yapıyorsun? İnsanlar gülecekler sana. Biz giyer çıkarız, bize alışkınlar. Ama sen? Giysilerin yakalı olmalı, yani resmi, yani ciddi. Çıldırmışsın sen.
-Niye gülsünler. Kızım, buna bakımlı olmak derler. Erkekler de bakımlı kızlardan çok hoşlanırlar. Ben artık benim gibi dolaşamam, güzel görünmek zorundayım.
-Hey hanım ne yapıyorsun. Lütfen Alara saçmalama...
-Öf ya, işimi bozuyorsun deyip kot şortunu ve askılı bluzlerinden birini giymeyi kabul etti. İri halka küpeleri takmak istediğini söylerken Eda’dan izin alıyordu.
Eda,
-O da saçmalık ama, bu kadar saçmalığa engel olduktan sonra bari onu yapmana izin vereyim diyerek onları kulaklarına takmasını izledi. İçinden katıla katıla gülüyordu.
Dayanamazdım, aşık olup senin gibi saçmalamaktansa, hiç kimseyi sevmem daha iyi. Ben aşık olanların bu kadar komik durumlara düştüklerini bilemezdim. Üstelik de komik olduklarını bilmemelerini tahmin bile edemezdim.
- Kızım aşık oldum beni anlasana. Şu halime baksana bir anda yaşantım değişti, ben değiştim. Sen beni daha önce böyle görmüş müydün?
-Bayıldım bu işe. Yani yalnız ben mi bileceğim.
-Hayır bütün arkadaşlarım bilecek. Tabi sırrımı vermek istediklerim.
Kahvaltı için dışarı çıktıklarında herkes oradaydı. Alara Onur’la göz göze geldi. Onunla karşılaşan bakışları başının dönmesine neden oldu. Onur kahvaltısını masada bırakıp Alara’nın oturduğu masaya geldi, oturdu. Eline boş bir tabakla bir de temiz bir çatal almıştı, ama hiç kahvaltıya devam edecek gibi bir hali yoktu. Masada diğer oturanlara aldırmadan Alara ile konuşmaya başladı.
-Kahve içelim mi? Diye sordu,
Alara, “Yok, ben pek sevmem dedi. “sana fala bakarım” lafını duyana kadar içmeye hiç niyeti yoktu.
Bu lafı duyar duymaz,
-Bir kahve de içilir hani, yanıtını verdi. Fal bakma fikri hoşuna gitmişti. Yine kalbi çarpmaya başlamıştı.
Kahveler içildi fincanlar ters çevrildi. Onur fincanın soğumasını beklemeden, önce şöyle kendi falıma bakayım diyen Onur fincanı açtı. Alara’nın gözlerinin içine bakarak; benim de fala bakılacak halim yok, ama yine de ufukta neler görünüyor bir bakayım, dedi. Hiç de fena değilmiş geleceğim deyip fincanı elinden bıraktı.
Alara’nın fincanını eline alıp, bir eliyle sağ elini tutup kolunu masaya dayamasına kadar kimse onlarla ilgilenmedi. Alara’nın eli Onur’un avucunun içindeydi. Arka arkaya aşkını anlatan cümleleri sanki falda çıkıyormuş gibi Alara’ya fısıldadı. Sana aşık biri dediği kendisiydi, Alara bakışından, avucunun içinde terleyen elinden bunu anlıyordu. Alara’nın bir kuş gibi çırpınan yüreği, onu aşkın kucağına bırakmıştı.
“çabuk söyle beni seviyor musun? Fazla vaktin yok,” laflarıyla Alara şok geçirdi. Onur o kadar hızlı bağırmıştı ki bütün arkadaşları duymuştu. Alara etrafına baktı. Eskisi kadar gizleme düşüncesinde değildi, utanmıyordu; ama yine de “evet” demedi. Bir gece önce her şey daha kolaydı. Arkadaşları bir tempo halinde bağırdılar, “seviyor seviyor”
Alara;
“Seviyorum arkadaşlar, ben Onur’u seviyorum diye
Bağırdı”
Onur ile Alara birbirlerine olan duygularının sahibi olmuşlardı.
Alara Onur’a olan sevgisiyle ailesini de kazanmış, Papatya’ya güvenmeye başlamış, arkadaşlarıyla dertleşmeyi ve onlara güvenmeyi öğrenmişti.

Tuesday, April 20, 2010

ŞEHİRLERİMİZİN İSİMLERİ



Adapazarı
Ankara
Amasya
Antakya
Aydın

Ağrı
ADAPAZARI

Akçaabat
Adapazarı çok sayıda sosyal projeye imza atan ikiyüze yakın sosyal projesi kabul edilen bir ildir.
Adapazarlıların kısaca “Ada” dediği Adapazarı, Sakarya ve Çark suyu arasında yer alan bir şehrimizdir. Aslında şehir tıpkı bir adaya benzer. Pazar sözcüğü nereden eklendi dersiniz? Burası 17. Yüzyılda yörenin Pazar yeriydi. Adapazarı “Ada” ve “Pazar” sözcüklerinin birleşmesinden meydana geldi. Adapazarı Sakarya ilimizin merkezidir.
Halk ozanımız Aşık Veysel Adapazarı’na şiirlerinde yer verdi.
“Adapazarı’na demişler Ada
Yar elinden yaralarım ziyade
Çiğdemleri dağda gülü ovada
Açtı bahar çiçekleri Ada’nın.”
AĞRI
Ağrı şehri ismini kendi sınırları içindeki “Ararat”dağından alır.
Çok eski yıllarda yeryüzünde bir su baskını oldu. Nuh Peygamber tufandan kurtulmak için bir gemi yaptı. Eşlerini ve üç oğlunu yanına aldı. Her canlıdan bir erkek bir dişi gemisine yerleştirdi. Gemi tufandan sonra Cudi (Ağrı) dağının doruğunda kaldı.
İçindekiler ölümden kurtuldu.
“Sonsuzluğa doğru kalkacak
Sihirli bir gemi gibisin
göklerde demirli”
Ahmet Muhip Dranas
Zamanla halk dilinde Ararat sözcüğü değişti, kısaldı, “Ağrı” haline döndü
AKÇAABAT
Şirinliği ile ünlü olan Akçaabat herkesin görmesi gereken bir yerleşim yeridir. İsmini ünlü kalesinin beyaz renkli taşlarından alır. Akçaabat kalesi zamanında limanı korumak için yapıldı.
Bizans’ın tekfuru çocuk sahibi olamıyormuş. Bir gece ilginç bir rüya görmüş. Rüyasında kapkara sakalları olan bir papaz ona; “senin bir kız çocuğun olacak. Ama onu hiç güneşe çıkarmayacaksın, güneşe çıkarırsan sararıp solacak. Çocuğun hiç güneş görmemesi lazım” demiş.
Bir gün Bizans tekfurunun gerçekten bir kız çocuğu olmuş. Çok sevinmişler. Çaresiz tekfur, kalenin içinde hiç penceresiz bir oda inşa ettirmiş. Kızını bu odaya koymuş. İçeri güneş giremiyormuş.
Günler geçmiş, tekfurun kızı büyümüş.
O yılların birinde Selçuklu Türkleri kaleyi kuşatmışlar. Bir türlü kaleyi ele geçiremiyorlarmış. Sonunda yeraltından bir tünel kazmaya karar vermişler.
Tekfurun kızı kazılan bu tünelden gelen yakışıklı bir askeri görünce, şaşırmış. O an âşık olmuş. “Beni buralardan al götür, yakışlıklı asker “diye yalvarmış. Meğer asker de, bir bakışta kıza âşık olmuş. Kızın yalvarmalarını yanıtsız bırakması olanaksızmış.
Askerle tekfurun güneş görmemiş kızı birlikte çıkmışlar. Kız bir anda kendinin gün ışığının içinde bulmuş. Sararıp solmaya başlayan kız; yanındaki askere hayran hayran bakarken, ne yapacağını bilememiş. Birkaç adım sonra da ölüp kalmış.
Kızın öldüğü yerde beyaz zambaklar bitmiş.
Kaleyi ele geçiren Türk komutanı kızın öyküsünü dinlemiş. Çok üzülmüş. Kızın öldüğü yere taşları bembeyaz bir türbe yaptırmış. Zamanla herkes bu türbede adak yapmaya başlamış. Özellikle sevgilisine kavuşmak isteyen âşıklar gelirmiş. Daha sonra o türbenin etrafında evler kurulmuş.
İşte o yöre Trabzon’a bağlı, Akçaabat ismini alan o şirin yerleşim yeri olmuş

AMASYA
Aşık Veysel bir şiirinde
“Amasya’nın elmasını yesem, ah” der.
Tarihi İsa’dan önce dört bin yıllarına dayanır. Tarihçilere göre bu yörede Amazonlar yaşardı. “ Amazon” memesiz anlamına gelir. Bu kavimin kadınlarının da savaştığı bilinir. Amazonlar, kızların memelerini iyi ok atabilsin diye yok ederlerdi.
Eski Yunanlıların en büyük düşmanları Amazonlardı. Amazonlar AY TANRISINA taparlardı. Yunan mitolojisini okuyanlar Amazomlarla ilgili pek çok öykülerini bilirler.
Amasya şehrini Amazon Kralı Amasis kurdu. Amasis kenti anlamına gelen “ Ameseia” adını verdi. Tarihçi Strabon’a göre; Amasya adı bu şekilde türedi.
Asur, Hitit, Makedonya, Pontus, Roma, Anadolu beyliklerinin egemenlikleri altına girdi. İsmini korudu. 1389 yılında Yıldırım Beyazit Osmanlı topraklarına kattı.
ANTALYA
Attalos Antalya’yı İsa’dan once kurdu. Attalos Bergama krallarındandı. O çağlarda Side Antalya’dan çok ünlü idi. Side bir liman şehriydi. Kral Attalos çok uğraşmasına rağmen Side’yi ele geçiremediği için, 80 km doğusunda Antalya’yı kurdu. Önceleri kurulan şehir ismini kurucusundan aldı. ATTALEİ adıyla tanındı. Bu isim “Adalia” “Antalia” ve Antalya şekline dönüştü. Roma, Bizans, Selçuklu egemenliklerinden sonra Yıldırım Beyazit zamanında Osmanlı topraklarına katıldı.
Antalya gerçek bir turizm şehri. Kültürel etinlikleri, kültür zenginliği Antalya’yı kuşatmış bir durumda. Şehir içindeki ulaşım araçlarına hayran olmamak olanaksız. Akdeniz Üniversitesi Antalya’ya farklı bir canlılık veriyor. Antalya’da günler dolu dolu geçiyor ve zaman ulaşımın rahatlığı nedeniyle değerlendirilebiliyor. Şehir düzenleyicilerinin çalışmaları şehre farklı bir anlam katıyor. Kent Müzesi kültür zenginliğine aday. Antalya’da istenen her hobinin geliştirilmesi mümkün. Gençleri ve çocukları halk otobüsleri içinde spor çantalarıyla gördüğünüzde bunu anlayabiliyorsunuz. Halka dağıtılan ulaşım kartları, çocuklulardan para alınmaması gibi özel hizmetleri, zaman zaman değişse de örnek olacak şekilde var.
ANKARA
Ankara bir zamanlar bağlar bahçeler diyarı bir yöreydi.
Anakara’nın adı Engürü olarak geçer. Ankara sözünün üzüm anlamına geldiğini Engür sözünden türediğini söyleyen kaynaklara rastlarsınız.
Yunanca’da koruk anlamına gelen “Agurida” sözü de vardır.
Hint-Avrupa dilinde “eğmek “ anlamına gelen ANK
Sanskritçe’de “Kıvrıntı” anlamına gelen “ANGAB” sözü var.
Latince’de “çengel” anlamına gelen, “ UNCUS” sözünden türediğini savunanlar da var.
Frigya’da da “ANK” sözcüğü var.
Engebeli, kıvrıntı sözcüğünden aldığını kabul etmek en mantıklısı gibi görünüyor.
Sırasıyla Ankara; Ankrya, Ankura,Ankuria, Angur, Engürü, Engürüye, Angare, Angora, Ancora, ve son olarak da ANKARA ismini aldı.

ANTAKYA
İsa’dan önce 4000 yıllarından söz ediyoruz. Şöyle bir düşünüp, ne kadar eski bir yerleşim yeri olduğunu kabul edebilirsiniz.
Kurulduğu günden beri de üzerinde yaşam olan bir şehir.
Antakya’da önce Hititler yaşamaya başlıyor. Antigonos büyük bir general, bu büyük general, önce Suriye ve ardından Antakya’yı işgal eder.
Antigonos Makedonya kralı Büyük İskender’in Generallerindendir. İşgal ettiğinde, Antakya diye bir şehir yoktu, toprak vardı.
İsa’dan önce 300 yıllarında Makedonya Kralı Seleukoz Antakya’yı kurdu. Siz de olsanız belki onun gibi yapardınız, kurduğu şehre babasının ismini verdi. ANTİOKHİA şehrin adı oldu. ANTİOKHİA zamanla çok büyüdü. Başşehir olmayı başardı.
Bizanslılar, Romalılar ve Yunanlılar bile bu şehri ele geçiremediler. Çin ve Doğu Türkistan’dan gelen ticari kervanların kavşak noktasıydı. Çok önemli bir şehirdi.
Yavuz Sultan Selim Antakya’yı 1515 de Osmanlı topraklarına kattı.



AYDIN
Büyük Menderes ovasının tam ortasında. Kendi adını taşıyan dağların, güneyindedir.
Eğitimli gençleriyle her zaman dikkati çeker. Gençlerin yaşamında önemli yeri olan sınavlarda Aydın’da eğitilen gençler ön sıralardadır. Onları hayranlıkla izlerim.
Aydın yeşilden de kısmetini alan güzel bir şehrimiz. Bu tarım kenti, ne yazık ki bazı zamnlarda su sıkıntısı çektiği oluyor. Aydın’ı yönetenler suyla yatıp suyla kalkmak zorundalar. Akıllı planlarla sıkıntısı hafifletilebilmekte.
Aydın önemli üç kaplıcayı bünyesinde barındırıyor. İmamköy ve Davutlar kaplıcaları çok sağlıklı. Önemli mineralleri barındıran kaplıcalardan yararlanmayı bilerek gençleşen ve hastalığına şifa bulanları çok şanslı. Aydın’a uğradığınızda mutlaka Zeus Mağarasına gitmelisiniz. Dilek yarımadası üzerindeki Zeus Mağarası çocuklar için yüzme olanağı sağlayan bir küçük havuza da sahip. Etrafı ağaçlarla çevrili bir yoldan mağaraya ulaşılır. Oraya gitmek çok eğlenceli.
Efeler fakire fukaraya yardım eden, köy yiğitleridir. Delikanlı, efe, zeybek bunlar birbirini çağrıştıran sözcüklerdir. Aydın efelerinin tarihte kahramanlıkları vardır.
Size Aydın’a özgü deyimlerden de söz etmeliyim.; “Pis boğazla, boş boğaz dertten kurtulmaz” “Dağ dağ üstüne olmuş, ev ev üstüne olmamış” sözleri Aydın’a aittir. Benim en sevdiğim deyimlerden biri olan “şekerleme yapmak” “canı çekmek” gibi deyimler de Aydın’a aittir.
İlk olarak şehri Argoslular kurdu. Bu günkü ismini Aydınoğullarından Mehmet Bey Verdi. “Aydın Güzelcehisarı”
Zamanla kısalarak Aydın adını aldı. Bu isim Mehmet beyin babasının ismidir. Yıldırım Beyazit Osmanlı topraklarına kattı.
Aydın İnciri
13 Eylül 2007 de Aydın’ın en önemli meyvesi Aydın inciri olarak bir kokteylle tescillendi.

Sunday, April 18, 2010


YEREL HABERCİLİK
Gazetecilerin yazdığı haberler kaynak olabilir mi diye hiç düşündünüz mü? Ben uzun zamandır, son günlerde okuduğum kitaplardan dolayı düşünür oldum. Gazetecilik mesleğinin saygınlığı düşüncelerim arasında yerimi bulmaya çalışırken de böyle bir yazı döküldü kalemimden. Belki de yazım bir kez daha bazı gazetecilerin kulağına küpe olur gibi de değerlendirilebilir. Yoksa bu meslek önemlidir, bu gün yaz yarın unut gibi algılanamaz.
Gazeteciler Her Şeyi Yazmaz
Okuyucu gazetecilerin her şeyi yazmadığını, basının her şeyi yayımlamadığını düşünmeye başladığında, gazetecilik daha güvenilir bir meslek olur. Bunun yalnız benim fikrim olduğunu sanmayın. Böyle düşünen bazı akademisyenler de var. Her şeyi yazmaya ve yayımlamaya kalkarsa çok hata yapabilirler. Bir gazetecinin araştırma yapmadan yazmadığını gösteren bir özellik olarak da algılanabilir. Bu şekilde algılandığında o basın kuruluşuna güven kalmaz. Kamuoyu oluşturan suçlama ve skandal haberleri prim yaptığı için, değerli basın mensuplarına geçici şöhret ve servet sağlayabilir.
Bir örnekle yazıya devam etmek isterim.
Tarihçilerin gerçeğe ulaşma yöntemlerine bakarak haber kaynaklarının bizlere aktardıklarından yararlanmalarına dikkat edelim. Olasılıklar, zıtlıklar hepsi kafaları kurcalar. Ama bize ulaştırılan bilgilerin başka bir kaynakla değişmesi her zaman olasılık içindedir.
Tarihçi bütün verileri tek tek inceler ve bizim için kaleme alır.
Gazete haberleri tarihe kaynak olabilir mi?
Sanırım olmaz diye yanıt vermeniz gerekecek. Hele yüzyıl gerilere gidip, gazete haberlerinin isimsiz yapıldığını düşünecek olursak, imzasız bir gazete haberine güvenmemizin ne kadar güç olduğunu anlayabiliriz. Zaten yüzyıl önce habere imza diye bir alışkanlık da yoktu.
Gazete yazılarının birinde geçen bir cümlenin; Orhan Pamuk’un romanından alındığını evimize gelen gazeteden öğrenelim. Bir araştırmacı bu cümleden yola çıkarak bir şeyler yazmak istediğinde o gazetedeki cümlenin Orhan Pamuk’un romanından alınıp alınmadığına ne kadar güvenir?
Gazetedeki yazıdan alındığını bilimsel araştırmasına dip not düşen bir araştırmacının yazısına okuyucu nasıl bakar?
Bu soruları iki soruyu ben kendime sorarken, sizlerin de kendi kendinize sormasını bekledim.
1830’ların başlarında Stuart Mill’in çevirilerinden birinin başına gelen olay, Jacques Barzun’un yazdığı konuyla ilgili bir kitapta aynen anlatılmakta. Üstelik de Fransız seçkinlerinin bir dergisinde yayımlanan “J” imzalı uzun bir mektuptan söz etmekte. Mantık ölçülerinde bu mektup Stuart Mill’in çevirisi gibi görünmektedir, diyen kitapta; Stuart Mill’in İngiltere’de sosyalist gruplarla bazı araştırmalar yaptığı için o mektubun ona ait olduğunun düşünülmesi gerektiği söylenmekte. Oysa ki bütün bunlar Stuart Mill çevirdi demek için yeterli değildir. Yanına bir M harfi eklenmiş olsa da, birkaç gün sonra başka bir editör kanalıyla ayni dergiye “J” imzalı ikinci bir mektup ulaştı. Sıradan bir İngiliz’den geliyordu. Araştırma devam etti. Dördüncüsü, beşincisi eklenir.
Sonunda daha önce yayımlanmış bir not bulunarak gerçeğe varılır. O zaman ilk yazıyı, yani gazetecinin yazısını araştırmacının kullanamadığı görülmektedir.
Aslında belki de haberin niteliğini düşüren; iletişim araçlarının durmadan gazeteciliği kolaylaştırmasıdır. Bir çok gazetecinin bu gün, haber ayağına gelir.
Yine ayni kitapta giderek artan yanlışlamalardan söz ediliyor. Elinde silah var diye çoğu insana katil, hapishane parmaklıkları arkasında diye dolandırıcı denilebilmektedir.
Renkli ayrıntılarla, dış mekanların süsü ve çarpıcı özellikleriyle çekilen filmler de, belgeseller de bizi yanıltabilmekte. Çoğu insan bu görüntüleri araştırmacı mantığıyla hazırlandığını düşünerek gerçeğe dönüştürür. Tamamen savsata denebilecek haberler önem kazanır. Bazen de çok doğru yapılan haberler önemini yitirir.
Yerel basında bunun ne farkı veya ne ilgisi var dediğinizde benimle ayni düşünceleri yakalayabilirsiniz. Yerel basın kendi yöresinin olayının içindedir. Olay çevresinde geçmektedir. Yere yakındır, ulaşması kolaydır. Tonlarca para ödeyerek haberi satın alması ya da çağın gelişmiş iletişim araçlarından faydalanması gerekmez.
Daha önceki olaylarla bağlantı kurarak değerlendirme olanakları sonsuzdur. Kişi ve kuruluşlardan ne şekilde yardım alabileceğini yerel gazeteci bilir. Görgü tanıklarına ulaşabilir. Olayın kahramanlarından bire bir bilgi alabilir. Herkesle her noktada yüz yüze gelebilir.
Yerel basın daha güvenilir diye düşünüyorum.
İletişim araçlarının, ilerleyen teknolojinin basına ve medyaya verdiği zararın bir de bu açıdan düşünülerek değerlendirilmesini uygun görüyorum. Toplumun görüş ve düşüncelerine, kararlarına, akademisyenlerin yapacakları araştırmalara ışık tutamamasının sıkıntısı yaşanırken yerel basının güvenirliliğinin gururunu yaşıyorum.
Ben araştırmacı olsaydım, yerel basının haberlerinden, köşe yazılarından yararlanırdım. Yerel basın 21. yüzyılda bu saygınlığı elinde tutmak için kaynağından haber yapmayı sürdürmeli, özellikle çevresiyle ilgili haber hazırlarken çok dikkatli olmaya devam etmeli. Tarafsızlığını bir ilke olarak korurken, yerel haberleri yaparken bütün hassasiyetiyle hareket etmeli, fısıltıyla haber yapmamaya özen göstermeli. Haberlerini dili geçmiş zamanla sunacak kadar içinde olmalı.
.

Thursday, April 15, 2010

Çocuklar İçin Yaz Kampı

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ BU KAMPLARLA HİZMETİ AMAÇLADI,En yararlı tatili Hedefledi.
YAZ OKULU
YAZ KAMPI
YAZ OKULU başka bir deyişle YAZ KAMPLARI...
Siz de katılmak isterseniz, tercihinize yardım etmek için bilgi yükledik.
Daha fazla bilgi edinmek isterseniz de bizi aramalısınız
Doğa Eğitim Kurumları işbirliği ile Çocuk Üniversitesini en iyi şekilde planlayan İstanbul Üniversitesi; Yazar-Kişisel Gelişim Uzmanı Filiz Tosyalı ile yaptığı işbirliği içinde, Bodrum'da hizmet için yola çıktı. pek çok uzmanın, mesleğinde öne geçmiş, kariyerinin tepe noktasındaki eğitimcilerle hazırlanan program bu anlamda ilk olma özelliğini taşıyor.
Zamanın en iyi şekilde değerlendirilmesi ve dinlenirken eğlenilmesi, eğlenirken de öğrenilmesini hedefledi.
Bütün öğrenme becerilerinin geliştirileceği kamplar içinde en iyi tatili geniş bir programla sunuyor.

Çocuklar için yaz kampı kayıtlarımız başladı.
Lutfen siz de kaydınızı yaptırın, Hakan Otel
ayrıcalığından yararlanın. Otel konforunda
kamp yaşamına ne dersiniz.
Yoğun İngilizce konuşma kampı.
El becerileri, sinema ve tiyatro
sanat ağırlıklı kamp
Detaylı bilgiyi arşivde bulabilirsiniz.
Gazete çıkarmak, kitap yazmak hiç biri hayal değil.
Bizi arayın geç kalmadan sayılı sayıda sanat sever
gencin yararlandığı kampta olun
0090-533-6666903
0090-216-5672242
filiztosyali@yahoo.com

Friday, April 09, 2010






ADİL OLMAYAN EBEVEYN
Çocuklarımıza nasıl davrandığımıza daima dönüp bakmalıyız. Genelde bizler başkalarına sıcak kendimize acımasız davrananlardanız. Bir insana söylenebilecek en kötü sözlerin “kendini düşünüyorsun,” “bencilsin” gibi sözler olduğunu kolaylıkla kabul ederiz.
Biz daima önce başkalarını düşünmeye zorlanırız. Ne kadar gariptir ki en fazla da “etraf için yaşama, kendin için yaşa” gibi öğütlerle karşılaşırız.
Yaşantımız içindeki iki olayı, düşünceyi irdelediğimiz zaman bazı çıkmazlar önümüze konur. Hem önce başkasını düşüneceğim, hem de kendim için nasıl yaşayacağım gibi mantıklı sorular bizi bekler.

E.T İle Karşılaşmamız.
Onunla bir gazete röportajında karşılaştım. Annesinin yanında dolaşıyordu. Küçük yaşta gazeteci adayı gibiydi. On bir yaşındaki çocukla bir boşluk bulup konuştum. Kısa ve davetsiz koçluk görevi üstlenmiştim. Kısa konuşmamız içinde “bizim evde başkalarının çocuklarına iyi davranılır, bana her şey yasaktır” dedi. Bu söz size ilk anda çok itici ve sizin evinizden uzak bir davranış gibi görünse de, sizin için söylenmiş bir söz olduğunu bir süre sonra anlarsınız.
Örneklerle sizi bu yanlış ve adil olmayan davranıştan uzaklaştırmak isterim.
Evinize çocuklu bir konuk geldiğinde, çocuğun yaptığı bütün yaramazlıklara katlanırsınız. Çocuk sehpaların üzerinde arabalarını sürer, yastıkları yere atar, hiç sesiniz çıkmaz. Bir tek sözcük dudaklarınızın arasından adeta süzülür “canım ne olacak, çocuk o, ondan kıymetli mi rahat et şekerim”
Konuğa her şey serbesttir. Çocuğun annesi ya da babası onun bu davranışını engelleyemese de; istemez ve huzursuzluğunu belli eder. Ama siz, sürekli rahatlatmaya çalışırsınız. Ne demeye çalıştığınızı anlayamayan aşağı yukarı ayni yaştaki sizin çocuğunuzun ne düşündüğünüzü, nasıl bir ruh hali içinde sizi izlediğini, size onun ne sıfatlar yüklediğini düşünemezsiniz. Gençleriniz için de ayni şey
“o genç canım düzelecek”
Biz Birbirimizi Dinlerken Hatalar Yapıyoruz
Psikologlara gitmiyoruz, birbirimizi tedavi etmeye kalkışıyoruz veya böyle daha rahat olduğuna, sorunların masrafsız ve eğlenceli bir şekilde çözüldüğüne inanıyoruz. Bu tür buluşmalarla, sohbetlerle başkasına zarar verdiklerimiz de oluyor. Bu nedenle çocuk eğitiminde sorunlarla karşılaştığımızda bunu mutlaka uzmanlara bırakmalıyız diye düşünüyorum.
Kahve sohbetlerinde başkalarının dertleri derdimiz, yaşamlarındaki yanlış kararları bizim de kararlarımız olup çıkıyor. Başka bir yönden de başkasının dertlerini dert edinerek mutsuz oluyoruz.
Çocuk Sohbetleri
Kızlarımız ya da genç erkeklerimiz hatalar yaparak yaşama hazırlanırlar. Onları yaşama en iyi şekilde hazırlamak bizim görevimiz. Birbirimize çocuklarımızı anlatırken dertleşir, sakinleşiriz. Psikologlara boşu boşuna para vermediğimizi, gelenek ve göreneklerimizden gelen bir alışkanlığın bizi rahatlattığını düşünürüz. Bu doğrudur, ama
bazen durum, böyle basit değildir, dertleşmeler ağır dert yaratabilir.
Çocuklarımızın yanlışlarını birbirimize anlatabiliriz. Kendi çocuğumuzun olduğu bir ortamda, arkadaşımızın genç kızının yaptığı bir yanlışı dinlerken son derece mantıklı, sabırlı ve hoşgörülü yaklaşmak da gelenek ve göreneğimizdir denilecek kadar topluma mal olan bir davranış şeklidir. Çocuktur, gençtir, hata yapacak… Bir başka çocuğun yanında diğerini konuşmak ve psikolog ya da pedagog duyarlılığı ile yaklaşmak, doğuştan bizlere verilen bir özellik mi?
Hepimizin diline birkaç kez gelir. Kendi kendimize teselli adına ürettiğimiz onlarca sözcük bulabiliriz.
“Canım çocuk bu”
“ Canım genç bu”
“Okul başarısı her şey değil”
“ Her yerde başarılı olur”
“Senin gibi bir ana babanın çocuğu”
“Herkesin bir kusuru var, daha öğrenir”
“Daha önüne ne fırsatlar çıkar”
“Herkesin çocuğu neler yapıyor”
Bizi dinleyen evladımız, ağzımızdan çıkan bu yumuşacık sözlerle dehşete kapılabilir. C.G de dehşete kapılanlardan biri. Annesinin kendisine karşı adil davranmadığını düşünürken, bambaşka bir ruh hali içine giren bir genç kız.
Güvenmeyen, inanmayan, saymayan davranışlarının nedeninin bu olduğunu, ailesinin; bir kez de, yardım etmesini istediğim psikolog kardeşimden duymalarını istedim. Ben bu ortamı hazırladığımda C.G kendisi gibi davranan arkadaşının davranışlarını hoş görmelerini öneren annesiyle bağlarını koparmak üzereydi. Benim annem nasıl böyle olabilir diye sorgulamaya başlamıştı.
E.T’nin kızı annesinin hiç de adil olmadığına karar vermişti.
Kendi çocuklarımızın hatalarını zor affederken veya büyütürken sabırlı ve anlayışlı yaklaşamıyoruz. Arkadaşımızla olan ilişkimizde doğru davranmayı, örnek olmayı, fayda sağlamayı tam hedefliyoruz. Bilinçaltımızda yatan bu.
Buradan sonuca geldik. E.T nin benden yardım istemesini sağlamak benim becerime kalmıştı. Sonunda kızıyla olan ilişkisinde destek beklediğini söyledi. Ona tek bir cümleyle yardım ettim. “Kendi kızınıza başkalarının çocuklarına davrandığınız gibi davranın yeter, adil olduğunuzu hissettirin.” O bu sözü ancak psikolog görüşmesinden sonra anladı.
Keşke kendi çocuklarımızı da yanlışları karşısında başkasının çocuklarına davrandığımız gibi davranabilsek. Ya da sevinçleri, ya da mutlulukları, ya da başarı ve başarısızlıkları durumunda…
KARİYERE ENGEL ÇOCUK OLMAMALI
Çocuğuyla herkes daha fazla ilgilenmek ister. Çocuklar da anne ve babalarıyla olmak, dolaşmak, oynamak…
Çocuklarıyla beraber olamamayı bir sorun haline getirdikleri için ileride kariyer planlı işlerini tamamen bırakan anneler biliyorum. Babalar hiç duymadım. Ne yurt içinde, ne de yurt dışında. Böyle durumlarda, bir yıl gibi kısa bir süre içinde hata yaptığını anlayan anneler; işlerinin başına dönerler.
Bir anne çocuğu ile ilgilenirken birlikte yapabilecekleri en iyi uğraşları, zaman geçirme yöntemlerini; örneklerle sıralayabiliriz. Yüzme kursu olabilir. Çocuğunu beklerken anne, orada arkadaş edinir, güzel zaman geçirir, mutlu olduğunu düşünür. Kurstan sonra temizlik ve yemek derken uyku saati gelir. Bir ev kadının gezeceği, arkadaşıyla kahve içeceği saatte, çocuğu genelde uyur. Anne de bu saatler içinde kitap okuyarak, dergi karıştırarak, temizlediği yerleri bir kez daha temizleyerek zaman geçirir.
Doğru olan nedir?
İşi bırakmak mı, devam mı etmek?
Bu karar her ailenin yaşam koşullarına, sosyal yapısına, aldıkları eğitime göre değişir. Ama yine de yapımızı fazla önemsemeyip, bazı deneyimlere kulak vermek gerekir.
Babalar eşleriyle daha iyi iletişim kurabilmek, gelecekteki günlerde de mutlu yaşayabilmek için, eşlerinin çalışmasını desteklemeli, çocuklarının bakımını profesyonellere bırakmalılar. Anneyi de kendi alanında iş yapmasından zevk alan bir eş olarak görmenin zevkini yaşamalılar. Böyle bir eş akıllı davranıyor diyebilirim. Kendi mutluluğuna katkıda bulunuyor da diyebiliriz. Anne geriye kalan zaman dilimi içinde çocuğu ile sağlıklı iletişim kurabilir, onu özlediği için daha sabırlı da davranarak gelişimine olumlu destek verebilir.
Yuvalar ve ana okulları 21. Yüzyılın en harika eğitim basamakları. Buna kreşleri ve etüt evlerini, yaz kamplarını da eklemeliyiz. Buralarda; beslenme, beslenme uzmanlarıyla. Eğitim, eğitimcilerle, gelişim gelişim uzmanlarıyla çözülünce; anne babaya sadece çocuklarını sevmek ve kendi güzel özellikleriyle onlara destek vermek kalabilir. Bu kurumlarda eğitilerek büyütülen çocuklar sağlıklı bir ömür sürecekler diyebiliriz. Bu kurumlarda doğru ve sağlıklı olan yapılınca çocuk da karşılığı kendini belli eder.
Bu kurumlara gönderilmeyen çocukların aile ve babalarına gerçekten çok ağır bir sorumluluk düşmekte.

GENÇLERİN KENDİLERİNE
İYİ BAKMALARI GEREKİR
Ergenlik çağına giren bir genç kız ya da erkek kendisine özen gösterirse daha güven içinde olur. Gençlerin sadece banyo yapması, temiz giysiler giymesi yetmez. Koltuk altı ve genital bölgeler ter bezleri, çok fazla ter çıkarır. Vücuttan çıkan koku ter bakterilerinin birleşmesiyle oluşur.

Banyodan sonra deodorant ve teri önleyici bir losyon kullanma alışkanlığı edinmeli. Bunu anne baba çocuğuna öğretmeli. Çağımızda sadece sabun ve su temizliğe kafi gelmemekte.

Ergenliğin Belirtisi Sivilce
Yağ bezleri hızla çalışır. Eğer ter bezlerinin çıkardığı madde (sebum) gözenekleri kapatırsa sivilceler oluşabilir. Banyonun yararı bu gözenekleri açmak olacaktır. Sivilcelerin gerçek nedeni bilinmiyor. Bir zamanlar kolalı ve çikolata gibi yiyeceklerin yaptığı söylenirdi. Bu gün bir çok uzman bunun doğru olmadığını söylese de yiyeceklere dikkat etmek de banyo kadar yararlı olur. Saçlar da ergenlikte kısmetini alır, yağlanarak. Sık yıkanması çok gereklidir.

Fazla Tüyler
Gençler fazla tüyleri her zaman sorun ederler. Aileler sorun değilmiş gibi yaklaşmamalı, gencin temizliği için yardımcı olmalı. Çoğu genç kız bu nedenle sürekli pantolon giymek isteyerek tüylerini gizler. Bazen sorunu o kadar büyütebilir ki evden bile çıkmak istemezler. Gencin rahat edebileceği şekilde temizlenmesi sağlanmalı.

Koçluk İçin Bayan F.S ile Karşılaşıyorum
Çoğu anne baba çocuklarına anlayışlı davrandığını düşünür. Gerçekten gençler için aileler büyük fedakarlıklar yapar.
Bayan Nebahat fedakar bir anne olduğunu söylüyordu. Anlattıklarını dinlediğimde gerçekten ben de öyle düşünmeden edemedim. Ben bile genç kızımın isteklerine bu denli sabırla karşılık veremezdim. Anne ile ilgili düşüncelerim F.S ile konuşana kadar devam etti. F.S on dört yaşındaydı. Annesinin kendisi için yaptıklarını, arkadaş gibi davranmaya çalıştığını söylüyordu. Anne ile arkadaş olunamayacağını birkaç konuşmamızdan sonra benim de kabul ettiğimi duyunca çok sevindi. “Her şey yapıyor, bana yanıt veriyor; ama beni çok üzüyor” dedi. Üzüldüklerini anlatması birkaç günümüzü aldı. Anne, kızından her an olgun bir kadın davranışı bekliyordu. Bunu yapmadığı zaman, “sen artık genç kız oldun, böyle davranmamalısın” diyerek davranış örnekleri sergiliyordu.

F.S yi annesinin sesindeki hafif sertlik bile çok rahatsız ediyordu. Ona göre genç kız olması utanılacak bir olay haline dönüşüyor, bütün bu büyüme belirtilerinden nefret ediyordu. Annesiyle arasına duvarlar çekiliyordu. Genç kız olmak tabi ki istiyordu, ama bir çok şeyden vazgeçecek kadar büyümediğini düşünüyordu. Zorla her gün duş almaya zorlanmasının nedenini bile anlayamamıştı. Önce onunla banyo nedenlerini konuştuk. Tabi ki ben ona her gün yapmak zorundasın diyerek yaklaşmadım. Onun seçimine bıraktım. Banyo sonrası geldiği bir gün nefis kokusundan söz etmeyi ihmal etmedim. Bir sohbetimizi sadece kokulara ve jellere ayırdık.

Ergenliğe Erken Giren G.G
G.G sokakta kendinden bir yaş küçük kardeşiyle ip atlamak istiyor, komşu çocuklarla duvarın üstüne oturup çekirdek yemekten zevk alıyordu. Yaz boyunca en zevk aldığı şeylerdi bunlar. Annesi onun artık genç bir kız gibi davranması gerektiğini söyleyerek bunları yaptığı için tenkit ediyor, ona yeni bir yaşam programlamaya çalışıyordu. Giysilerini koyu renklerden seçmeye başlaması da genç kızı çok üzüyordu. Bana gelmelerinin sebebi, genç kızın sürekli odasında oturmak istemesi yemeğini bile odasında yemesiydi.

Masa başında birkaç buluşmadan sonra, genç kız olmanın yaşamında bir değişiklik yaratmayacağını, bu durumun çok olağan bir durum olduğunu konuşabildik. Anne bütün söylediklerimi kabul etti. Kızına yavaş yavaş yaklaşıp, hatalı davrandığını hissettirdi. Anne; genç kızına bu duruma hazır olmadığını anlattı.

Ben de annenin eskisi gibi davranmasını önerdim. Evladı biyolojik olarak genç kız olmuştu, ama henüz çocuktu. Oynamak zıplamak istemiş, anne izin vermemişti. Hareketsiz kalan genç kız, tatlı yeme ihtiyacından dolayı, çok kilo almıştı. Bu da üzülmesine, gereksiz ağlamalarına neden olmuş, odasına kapanıp kalmıştı. Gerçek sorun annesinin beklentilerinden kaynaklanıyordu.

YAZARLIK EĞİTİMİ BAŞLIYOR

KİLERCİBAŞI lİONS MERKEZİ GELECEĞİN YAZARLARI FARKINDALIK EĞİTİMİ KİTABINA GİDEN YOL. KALEM TUTAN ELLERİ DÜŞÜNEN BEYİNLERİ FARKLILIK ATÖLYES...