Saturday, October 24, 2009

Şanlı Urfa Festivalindeki ilk kez 1. Edebiyat etkinlikleri yer aldı. Biz de katkı sağladık. Festivalin yazarlarından Nebahat Ercan sizlere uzun uzun Şanlıurfa festivalini anlattı.. Yurt dışında yaşayan bir vatandaşımız olarak kendi kaleminden bizi ve Şanlıurfayı anlattı.

(Nebahat Ercan Yazdı)
Kazanılan Kalpler, Kırılan Önyargılar

Ankara´dan havalanan Türk Hava yollarının Anadolu uçağında Şanlıurfa´ya olan yolculuğumuz Güney Doğuya ve Doğu Anadolu´ya tarım kredilerini konturolu için isteyerek görevli giden batılı iki genç bayanla sohbetimizden dolayı kısa sürdü gibi geldi.
Gecenin bir yarısı ulaştığımız Şanlıurfa Havaalanında, ılık bir havada sıcak ve dostça karşılandık.
Otelimizde geliş nedenimiz olan Şanlıurfa Belediyesince 9-11 Ekim tarihleri arasında düzenlenen „ 5. Kültür ve Sanat Festivali“ ne katılan ve etkinliğin düzenlenmesine destekleyen tanıdık ve orada tanışma şansına sahip olduğumuz dostlarla sohbet ettik geç saatlere kadar. Ülkemizin Güneydoğusunun bu tarihi kenti Şanlıurfa´ya gelirken heyacanlandık eşimle birlikte ama oraya ayağımızı attığımızdan itibaren unuttuk kimi kaygılarımızı. Belki kimi batıdaki illerimizde bile bulunmayan güzel bir otelde rahatça uyuduk, dinlendik.

Ertesi günü davul-zurna, mehter takımının müziği, değişik kentlerden ve ülkelerden gelen folklar gruplarıyla,Şanlıurfa´nın Valisi Nuri Okutan ve Belediye Başkanı Dr.Ahmet Eşref Fakıbaba´nın yer aldığı halkın büyük ilgi gösterdiği kortejle belediye binası önünde başlayıp Balıklıgöl Anfi Tiyatrosuna kadar yürüdük. Kortejin ön sıralarında kentin yönetici kadrosu yer almıştı. Birkaç sıra arkada yürüyen yazarlar, sanatçılarla birlikte çağdaş bir izlenim veren Bayan Fakıbaba ve kentin „Kadın Kolları“nda görev alan bayanlar yürüyorduk.Bu bayanların aralarındaki konuşmalarda, „Belediye Başkanımız bizim en ön sırada yürümemizi istedi ama biz istemedik“ demeleri dikkatimi çekti. Keşke isteseydiniz, ülkemizde kadının ön planda görünmesi ne kadar önemli, demeden geçemedim.“ Gelecek yıla inşallah en önde biz yürürüz“ diye yanıt verdiler. Etkinliğin anlamı ve önemi üzerine açılış konuşmaları, folklor gösterilerini sıcak güneşin altında izledik. Şanlıurfa halkının yanında okullardan gelen öğrenciler tarihi arenayı doldurmuşlardı.

Üç gün boyunca okumalar, söyleşiler, karikatür atölyeleri,tiyatro, konserler, korolar, folklor gösterileri, resim sergisi ve hatta çiğköfte yapma yarışması gibi değişik etkinlikler yapıldı. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim; Bu etkinlikle bizleri buluşturan XS Ajansının çok değerli iki genç yöneticisi Özge Özgeldi ve Ülkü Kireççí´ye, Dusod Derneği Başkanı Filiz Tosyalı´ya çok teşekkür ediyorum. Onlar büyük bir özveriyle organize ettikleri yazarları, kitaplarını Anadolu insanı ile tanıştırıyorlar, tartıştırıyorlar. Karikatür atölyesinde çocukların yaratıcı gücünü değerlendirerek öyküler üreten Ümit Kireççi ve çizen Rıdvan Şoray inanılmaz güzel çalışma sergiliyorlar, eğlendiriyorlar ve küçük yeni yeteneklere güven aşılıyorlar. Benim bildiğim kadarıyla bir yıl içinde Zonguldak, Denizli ve Şanlıurfa´ya taşıdılar. Kitap okuma oranı oldukça düşük olan ülkemizde bu çok önemli bir hizmet, çok zor bir iş ama başarıyla yapıyorlar, onları en içten duygularla kutluyorum, devamını diliyorum.

Şanıurfa bilindiği kadarıyla 11 500 yıllık tarihi olan bir kent, görkemli kalesiyle ve büyük bir alanı kaplayan bakımlı tarihi mezarlığıy pek çok medeniyete evsahipliği yaptığını göstermekte. Fırsat buldukça gezdik, gezdirildik belediyenin görevlendirdiği rehberlerle. Kutsal bilinen ve içinde balıklardan suyu görünmeyen „Balıklıgöl“ün çevresindeki parkta Sanlıurfa´nın havasını teneffüs ettik. Ülkemizin pakçok yerinde olduğu gibi bu kentte de gerektiği gibi korunmasa da her tarafında tarihi yapılar kendini gösteriyor. Şanlıurfa´nın mezarlığı çok az yerde görünen şekliyle ilgimi çekti. Fotoğrafını çekerken yanımdan geçen yaşlı adam „Urfa´nın görülecek başka yerleri var, neden burayı inceliyorsun ve fotoğrafını çekiyorsun?“ diyor. Hem bakımlı hem de yüksek mezar taşlarıyla çok ilginç diyorum. „Bunlar çok eski mezarlıklar, Belediye Başkanımız düzenletti. Ben sizi anlıyorum,eskiyi bilmeyen, sahip çıkmayan yeniyi iyi kuramaz. Yeni mezarlık başka yerde“ diyerek bilgilendiriyor.

Yine görkemli tarihi kalesinin eteğinden tepesine doğru S şeklinde yerleştirilmiş restaurantları, kadınlı erkekli oturup yemeklerini yedikleri, dinlendikleri, kenti kuşbakışı seyredilebilecekleri olanağa sahip. Parkları, balıklarla dolu kutsal „Balıklıgölü“, her türlü malla tıka basa dolu çarşısı, tarihi görkemliliğinin yanında eskilerden hiç esinlenmemiş kiprit kutusu şeklindeki ( Anadolu´nun kentlerindeki tipik yeni yapılaşmalardan) binaları, eski dökülmeye yüz tutmuş evleriyle „Peygamberler Şehri Şanlıurfa“ diye nitelenen kent değişik yönleriyle görülmeye değer.

Akdeniz iklimi benzeri, sıcak havası ve bitki örtüsü,alabildiğince düz arazisi, verimli sulak toprakları ne eksen yetişecek nitelikte.Ve Demirel´in deyimiyle „Yedi küpeli Gelin“lerden biri ve görkemlisi Atatürk barajı ama bu verimli topraklarda ağaçsız kel tepeleri görmek anlaşılır gibi değil. Böyle ağaçsız değilmiştir cömert ve oldukça güzel bir doğaya sahip olan Anadolu´nun bu köşesi!
Ve insanları; candan, varsılın yanında yoksullaşan, çok çocuklülüğu zenginlik sanan güzelim Anadolu insanın yaşam biçimi… Neresinden başlasam düşünüyorum:
Belediye Başkanı Sayın Dr.Ahmet Eşref Fakıbaba´nın düzenlediği „Kültür ve Sanat Şenliği“nin coşkulu ve verimli geçmesi için harcadığı çaba takdire değer. Yapılan her köşedeki etkinlikte yer alan, halkla kucaklaşmaya, paylaşmaya zaman ayıran ve Valisiyle, diğer yöneticilerle kucaklaşarak etkinliğin verimli olması için koşuşturan çağdaş bir yönetici izlenimi veriyor.
-Folklora, Türk Halk müziğine ilgi gösteren ama (Anadolu´nun diğer köşelerindeki insanı gibi) edebiyatttan uzak kalmayı yeğleyen Urfa halkına serzenişte bulunuyor kentin okuyup-yazan kesiminden aydın biri „Bu kentte önceleri kitap, gazete yoktu okumak için can atıyorduk, şimdi herşey var ama okuyan yok „ diyerek.

-Kutsal „Balıklı Göl“ ün öyküsünü ezberlemiş, anlatıp üç-beş kuruş bekleyen ilkokul çağındaki çocukların hazin durumları…

-Öğretmenlerin şiddetinden dolayı okuldan kaçan çocukların yakınmaları…

-Harran Ovasındaki kız ve erkek güzel çocukların birkaç kuruş için koşuşturmaları, birşeyler satmak uğruna birbirleriyle kavgaları ve de hiç birşey almayanlara „canın sağolsun“ diyerek gönül koymamaları…

-Yirminin üzerinde yerel basın…Yazılanları kaç kısı ve okuyanlar kimler, neye hizmet ediyorlar!?

-Eğitimli, eğitimsiz işsiz gençlik…

-Malla dolu mağazalar…

-Adımbaşı meşhur Şanlıurfa´ya özgü yemekleriyle donatılmış restaurantlar… Yiyen var ki bunlar var! Ama kimler? soruyorum. Urfa´nın % 60 nın hali-vakti yerinde olduğunu ve sermayelerinin İstanbul, İzmir, Antalya gibi batıdaki kentlere yatırıldığını öğreniyorum.

Saplon önyargılar çatırdıyor yaşamın gerçeklerinde:-„Benim iki kız kardeşim İzmirde evli, gelinim Edirneli, yıllarım İstanbul´da çalışarak geçti, biz doğusuyla, batısıyla bir bütünüz, ayrılmamız söz konusu olamaz. Aramıza nifak sokanlara fırsat vermemeliyiz; bu konuda hepimize görev düşüyor“ diyor kürt kökenli aydın bir vatandaşımız, haksız mı?

-„Ben müslüman ülkelerin hepsini gezdim. Dinimin gereksinimini en iyi şu bayrağın (Eski Harran üniversitesinin köşesinde dalgalanan büyük Türk bayrağını göstererek) altında yaşayanlar tarafından yapıldığına şahit oldum“ diyor Harran´da kahve işleten yaşlı Arap kökenli bir vatandaşımız.

Şanıurfa´nın simgesi olan biber, acı biber tatlı olmuş yemeklerine lezzet katmış, insanlarını güzelleştirmiş. Bakımlı temiz giysili gençler yanında etekli, çağdaş görünümlü bayanların az görülmesi buralara özgü müdür acaba?!

İlk ben görmüyorum bu bölgeyi, ilk ben yazmıyorum gördüklerimi, çok yazanlar, çizenler sorunların üzerinde fikir üretenler oldukça çok biliyorum ama yine de duygu ve düşüncelerimi yazmayı bir insanlık görevim olarak görüyorum.Hani „Yediğin içtiğin senin olsun gördüklerini söyle“ derler ya ben de o nedenle yazma gereksinimi duyuyorum.

Hizmet gidiyor, yollar batıdan farklı değil, batıda olmayan su kanalları doğuya yapılmış ama doğunun kazancı çarpık bir şekilde batıya aktarılmasa, üretime yönelik iş alanlarına bilinçli bir şekilde yatırım yapılsa Anadolu bir Anadolu, Doğu bir doğu daha olmaz mıydı!

„Toprağın Dili“ konulu yazısında Mümtaz Prof. Dr. Mümtaz Soysal,“Şu Güneydoğu toprağının dili olsa da konuşsa.
O topraklar ki, uğruna çok kann dökülmüştür ve hala dökülebilir.
O toprak ki , üzerinde çalışıp yorulanlar, yazın yakıcı sıcağında ter dökerek, kışın dondurucu soğuğunda titreyerek çoluk çocuk geçindikleri halde, oraya bir türlü „benim toprağım“ diyememişlerdir“ diye yazıyor. Benim diyebilselerdi o insanlar o toraklara acaba bugün böyle mi olurdu o bölgemiz!

Analar-babalar sevebileceği, bakabileceği kadar çocuk edinebilseler, kısacası sağlıklı bir şekilde nüfus planlamasıyla sokaklarda dilenme durumunda kalmayan çocuklar yetiştirilebilirdi ama değişik nedenlerle farklı amaçlardan sözediliyor bu konuda. . Bir Kürt kökenli işsiz genç vatandaşımız,“ Başbakanımız en az üç çocuk diyor. İşsiz, aşsız çok çocuk ne olacak. Çocuklar okula gidecekleri yerde bak böyle sokaklarda dilencilik yapıyorlar“, diyerek bölgenin hatta Türkiye´nin acı gerçeğini dillendiriyor.

Sorumluların, sorumlu olması gerekenlerin yatırımlarını tüketime değil üretime yatırmaya yönlenmeleriyle insanların doğdukları topraklarda huzurlu yaşamaları sağlanabilirdi.

„Urfa´da dağ yok ki duman olsun, gördüğünüz şu tepeler dağ demişler. Urfa’da bir toz fırtınası olur sık sık, göz gözü görmez,“ diye anlatıyor rehberimiz. Duman dedikleri de sanırım sıkça buralarda o sizin bahsettiğiniz esen tozlu-topraklı fırtına olsa gerek diyorum. Bu verimli topraklar da ağaç yetişmez mi!? Buk kel tepeler ormanlık olsa böyle tozlu-topraklı fırtına olur mu diyorum.“Olmaz tabii“ diyerek görüşümü onaylıyor.

Ve dillerden düşmeyen „Urfa´nın dağları,
Dumanlı dağlar,
İçerim yanıyor anam,
Gözlerim ağlar“ ağıtının nedeni Anadolu´nun her yerinde olduğu gibi verimsizlikten değil, iyi yönetilmemesinden olsa gerek değil mi!?

İşsizlik, yoksulluk „taşı eksen yetişecek“ denilen bu topraklarda yaşayan insanlarımıza yakışmıyor, yöneticiler ve sorumlular yakıştırmasalar…

„Bu dönemde oralara gitmeye kortmuyor musun?“ diyen batıda yaşayan sevenlerime gidin, görün ülkemizi tanıyın, insanımızı tanıyın, tarihimizi öğrenin diyorum.. Biz ekip olarak Şanlıurfa´yı sevdik, kalbleri kazandık, önyargılarımızı kırdık, Türkiye insanının doğusuyla, batısıyla kalbleri kazanması, karşılıklı önyargıları yıkılması yani kucaklaşmasıyla büyük Türkiye çok daha büyümez mi!?


Nebahat S. Ercan
Antalya, 13,10.2009

No comments:

YAŞAM KOÇLUĞU ve YAZAR KOÇLUĞU ayni anda yola çıktık. 5Aralık Buuşma günümüz. İki buçuk ay sürecek bir eğitim yolculuğu. Yazarınız FİLİZ TO...