Bir Öykü
FILIZ TOSYALI
SEVGILI BABAMA
Sana bu mektubu hiç de düşlemediğim bir
dünyadan yazıyorum. Sen mi varsın, ben mi yokum farkında değilim.
Sevgili Babam ışıklar yandı.
Her evin ışığı yandığında ,
Ben sokaktaysan bir garip olurum,
Hüzünlenirim..
Hele bir de gurbetteysem vay halime derdin.
Ama evler yok artık. Çimenler de sıcak
yuva olurdu, olabilirdi; sağımız solumuz yaralılarla dolu olmasaydı. Seni
yaralı görüverme düşünün beni bu kadar mutlu edeceğini bilemezdim.
Küçük kardeşimi çok severdin. En büyük zevkin onun sapsarı
saclarıyla oynamaktı. Ellerin onun saclarında dolaştıkça kendi saçlarımdan
nefret ederdim. “Niye bu kadar kumral, niye bu kadar düz?” Hani oksijen
şişesini kafama döküp de seni çok üzdüğüm gün var ya... İste sadece senin için
yapmıştım. Kardeşimin sana uzattığı her bardak suya “Çok tatlı bir su,” derdin.
Benden istediğinde, seker atmıştım içine. Sekerden daha tali ne olabilirdi
tatlı dedirten.
Babam! Kardeşim yok artık...
“Bir tek ceviz için ağlayan,
Birlikte büyüdüğümüz mini mini kız.”
Hiçbir
zaman da olmayacak. Elimi tutan, önce beni sonra annemi göğsüne yaslayan,
doktor zannettiğim o genç mühendis
söyledi. Annem küf kokusunu sevmezdi eskiden. Simdi o, vücutları günlerdir su
görmeyen, kokuları eski parfüm kokularına karışmış, küf kokulu gençleri çok
sevdiğini söylüyor. Kulaklarına taktıkları küpeleri, oralarına buralarına
yaptıkları dogmeleri görmezlikten geliyor.
Güçle sevgiyle, sahra çadırlarında yardim etmelerine şaşırıyor, gittikçe
azan siyatik ağrıları için ilaç isterken gözleri dolu. Annemi bilirsin , fakir
fukara faydalansın diye sigortaya bile gitmezdi, belki inanmayacaksın ama çorba
kuyruğuna girdik, çorba tasımızı uzattık. Çorbayı içerken hep bana baktı baba,
sence niye baktı?
Annemin mutsuzluğuna dayanamazdım. Ama
mutsuz değil ki baba, onu mutlu eden o gençler var. Yalnız sana duyurmalıyım.;
biblolarının yeri değişti, her gün tozunu aldığı sehpaları yok artık. Ya durmadan yıkadığı perdeleri kim
bilir nerelerde onu bekliyorlar. Sararmışlardır, kırışmışlardır değil mi baba?
Yabancılar dondu, Greyderler
gitti. Bu, sözde her şeyin sonu demekmiş. Son nasıl olur baba?
Babacığım,
Beni omzuna alır dut ağacından
dut toplatırdın. “Kopar koy ağzıma,” demiştin. Bir bana, bir sana... Dutlar çok
tatlıydı. İki bana, bir sana... Sonra üç
bana bir sana...
Ah babam ah! Senden yıllar sonra
da olsa özür diliyorum. Dut ağacımız gocuk altında kalmasaydı. Söz veriyorum,
yeter ki bir yerlerden çıkıp geliver.
Nasılsa bir dut ağacı buluruz.
Bir sana, bir bana...
Kızın 21 Ağustos
No comments:
Post a Comment