Monday, October 24, 2011

Deprem bölgesinde babasını arayan bir kızın öyküsü yazan: Filiz Tosyalı

SEVGILI BABAMA
Sana bu mektubu hiç de düşlemediğim bir dünyadan yazıyorum. Sen mi varsın, ben mi yokum farkında değilim.
Sevgili Babam ışıklar yandı.
Her evin ışığı yandığında ,
Ben sokaktaysan bir garip olurum,
Hüzünlenirim..
Hele bir de gurbetteysem vay halime derdin.
Ama evler yok artık. Çimenler de sıcak yuva olurdu, olabilirdi; sağımız solumuz yaralılarla dolu olmasaydı. Seni yaralı görüverme düşünün beni bu kadar mutlu edeceğini bilemezdim.
Küçük kardeşimi çok severdin. En büyük zevkin onun sapsarı saclarıyla oynamaktı. Ellerin onun saclarında dolaştıkça kendi saçlarımdan nefret ederdim. “Niye bu kadar kumral, niye bu kadar düz?” Hani oksijen şişesini kafama döküp de seni çok üzdüğüm gün var ya... İste sadece senin için yapmıştım. Kardeşimin sana uzattığı her bardak suya “Çok tatlı bir su,” derdin. Benden istediğinde, seker atmıştım içine. Sekerden daha tali ne olabilirdi tatlı dedirten.
Babam! Kardeşim yok artık...
“Bir tek ceviz için ağlayan,
Birlikte büyüdüğümüz mini mini kız.”
Hiçbir zaman da olmayacak. Elimi tutan, önce beni sonra annemi göğsüne yaslayan, doktor zannettiğim o genç mühendis söyledi. Annem küf kokusunu sevmezdi eskiden. Simdi o, vücutları günlerdir su görmeyen, kokuları eski parfüm kokularına karışmış, küf kokulu gençleri çok sevdiğini söylüyor. Kulaklarına taktıkları küpeleri, oralarına buralarına yaptıkları dogmeleri görmezlikten geliyor. Güçle sevgiyle, sahra çadırlarında yardim etmelerine şaşırıyor, gittikçe azan siyatik ağrıları için ilaç isterken gözleri dolu. Annemi bilirsin , fakir fukara faydalansın diye sigortaya bile gitmezdi, belki inanmayacaksın ama çorba kuyruğuna girdik, çorba tasımızı uzattık. Çorbayı içerken hep bana baktı baba, sence niye baktı?
Annemin mutsuzluğuna dayanamazdım. Ama mutsuz değil ki baba, onu mutlu eden o gençler var. Yalnız sana duyurmalıyım.; biblolarının yeri değişti, her gün tozunu aldığı sehpaları yok artık. Ya durmadan yıkadığı perdeleri kim bilir nerelerde onu bekliyorlar. Sararmışlardır, kırışmışlardır değil mi baba?
Yabancılar dondu, Greyderler gitti. Bu, sözde her şeyin sonu demekmiş. Son nasıl olur baba?
Babacığım,
Beni omzuna alır dut ağacından dut toplatırdın. “Kopar koy ağzıma,” demiştin. Bir bana, bir sana... Dutlar çok tatlıydı. İki bana, bir sana... Sonra üç bana bir sana...
Ah babam ah! Senden yıllar sonra da olsa özür diliyorum. Dut ağacımız gocuk altında kalmasaydı. Söz veriyorum, yeter ki bir yerlerden çıkıp geliver. Nasılsa bir dut ağacı buluruz.
Bir sana, bir bana...

No comments:

YAZARLIK EĞİTİMİ BAŞLIYOR

KİLERCİBAŞI lİONS MERKEZİ GELECEĞİN YAZARLARI FARKINDALIK EĞİTİMİ KİTABINA GİDEN YOL. KALEM TUTAN ELLERİ DÜŞÜNEN BEYİNLERİ FARKLILIK ATÖLYES...