Sunday, July 20, 2008

AĞRI
Ağrı şehri ismini kendi sınırları içindeki “Ararat”dağından alır.
Çok eski yıllarda yeryüzünde bir su baskını oldu. Nuh Peygamber tufandan kurtulmak için bir gemi yaptı. Eşlerini ve üç oğlunu yanına aldı. Her canlıdan bir erkek bir dişi gemisine yerleştirdi. Gemi tufandan sonra Cudi (Ağrı) dağının doruğunda kaldı.
İçindekiler ölümden kurtuldu.
“Sonsuzluğa doğru kalkacak
Sihirli bir gemi gibisin
göklerde demirli”
Ahmet Muhip Dranas
Zamanla halk dilinde Ararat sözcüğü değişti, kısaldı, “Ağrı” haline döndü.

BALIKESİR
Balıkesir’e 2006 yılında gelen deneyşmli Vali Sayın Selahattin HATİPOĞLU Fransızca bilmekte. Balıkesir ili hem Ege, hem de Marmara Denizine kıyısı olan bir şehrimiz, önemli doğa harikaları ile çevrilidir. Kuşcenneti Milli Parkı (A) Sınıfı Avrupa Diploması’na sahip olup, görülmeye değer eşsiz yerlerimizden.
Deniz, kum, güneş yanında; tarih, termal kaynaklar, yemyeşil zeytin ve çam ormanları, bitki türleri, Kazdağları’nın efsanevi güzellikleri ve bol oksijeni ile dünyanın en güzel, en sağlıklı turizm çekim merkezidir. Ayvalık, Antandros, Adramytteıon gibi antik şehirler, açık hava müzesi görünümleriyle her türlü turizm hareketliliğine olanak sağlar. Turizmde ilk planlı çalışlma Balıkesir’in Erdek, Akçay, Ayvalık ve Burhaniye gibi yerleşim birimlerinde başladı. Bu özellikler Balıkesiri gerçek anlamda diğer turizm cennetlerimizden ayırır, önemli kılar. Balıkesir İşletme Belgeli Tesis bakımından (82 tesis) Türkiye’de 7.sıradadır.
Susurluk çayının kollarından Kazanpınar deresi üzerinde kendi adını taşıyan ovanın batı kıyısında kurulmuş. Çok sevimli ve ünlü bir ilimiz. Burası MYSIA adıyla bilinir. Roma Selçuklu egemenliklerinden sonra Osmanlı topraklarına katıldı.
Karesi Beyliği’nin kurulduğu İlin, Merkez ve çevresinde tarihi kalıntılar, konaklar, camiler, türbeler, kiliseler ve eski dönemlere ait şehir merkezleri bulunur.
Daha sonra Balıkesir adını aldı. Şehrin adının “Eski Hisar” anlamına gelen “PaleoKasto” dan türediği sanılıyor. Halk arasında dolaşan söylentilere göre ise Balıkesir sözü “Balı çok” anlamına geliyor. Bilindiği gibi balı da ünlüdür.
MİLAS ve BODRUM
Ünlü tarihçi Heredot Bodrumludur
Bodrum yöresinde mandalina bahçeleri yok olsa da düğün gelenekleri halen sürüyor. Koskocaman develere çeyizler yüklenir. Deve gelinden de güzel süslenir. Devenin iki yanından bohçalar heybeler sarkıtılır. Saygın biri devenin önünde yürür. Davul zurna ile devenin peşinden tepsiler içinde kırmızı kurdelelerle bağlanmış tepsiler sıralanır. Çoluk çocuk neşeyle yürünür.
Kına geceleriyle bir hafta süren davet yemekleri; dolmalar, keşkek, tatlılar ve turşular masalarda eksik olmaz. Ot yemekleri ününü her zaman korur. Bodrum düğününde ortaya çıkıp oynayabilmek için çalgıcı masasına para bırakmalısınız. Eskiden bu yana devam eden bir gelenektir bu.
Ahşap işlemeler, ipek dokumalar, taş evler Kızılağaç köyünde yaşayanların dünyasını oluşturur. Milas kilimleri konukları büyüler. Kızılağaç için Labranda antik kente doğru gitmelisiniz. Her isteğinize boyun eğen sevdikleriniz; sizi bu ziyaretten yoksun bırakmazlar diye düşünürüm.
Şimdi Bodrum’da üniversite gençliği var, Muğla Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ile bir kaç yıldır öğretime başladı. Dileğimiz bu eğitim ve öğrenim içinde Milas Kilimlerinin ayrı bir yeri olması.

Bodrum Adı
İlk çağ adı Halikarnasostu. Bizans, Rodos şovalyeleri ve Menteş Beyliği egemenliği altında kaldı. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Rodos ile birlikte Osmanlı topraklarına katıldı.
Bodrum Efsanesi;
Bodrum’un hemen yanında Bardakçı koyu vardır. Eski çağlarda burada duru bir göl varmış. Gölün suyu yemyeşilmiş. Mersin ağacından taraklarla saçını tarayan Su Perisi bu gölde yıkanırmış. Bir gün yakışlıklı bir genç Su Perisini görrnüş. Aşık olmuş. “Bizi kavuştur” diye dua ediyormuş. Tanrı bu iki sevdalıyı birleştirmiş. Tek beden, iki kafa olarak orada yaratık olarak kalmışlar. Yaşamları sona erince, Kaplankaya adı verilen bölgeye gömülmüşler. Bir de anıt yapılmış. Sonradan o güzel yöre evlerle dolmuş
BURSA
Türkiye’nin beşinci büyük şehri Bursa’dır. Eski çağlarda Bitinye adı verilen bölgenin başşehriydi Bursa. Bursa’yı kuran da Bitinya Kralı Prusias’tır. Önce Bursa’nın adı “PRUSA” oldu.
Günümüzde Bursa bir sanayi şehridir. Ama benim izlenimlerimi almak isterseniz, bursa benim için eğlence merkezimdir. Hem eğlenirim hem de dinlerim. Eşim ve çocuklarımla çoğu zaman alış verişlerimi bile arabamızla geçerken otoban üzerindeki o çok güzel sunum yapan mağazalarından alırız. Kaplıcaları sıcacık suları, kış aylarında Uludağ’ı sanki Türkiye için bir nimettir.İstanbul’da bir hafta sonu planı yapmak, dostlarla mutlu birkaç gün geçirmek Bursa’ya gitmekle mümkün olur. Sizlere de bu tür planlarda söz hakkı verildiğinde Bursa’ya gidelim diyebilirsiniz. Hayvanat Bahçesi. Kır kahveleri, sokak araları en sevdiğim mekanlarıdır. Sizlere türbe ve tarihi camilerinden de söz etmek isterim, ama oralara mutlaka gidip göreceksiniz diye düşünüyorum. Bir imza programı içinde Bursalı gençlerle ve çocuklarla tanıştım. Belediye’nin Kütüphanesinde yapılan bu etkinlik bana Amerika’daki kütüphaneleri anımsattı. Etkinlik, imza, çocuklar ve kitaplar her şey özenle hazırlanmıştı. Bu kuruluşta çalışan insanlar çocuklara kitap sevgisi verebilmek için özenle seçilmişti. Çocukların ve gençlerin kitaba olan sevgilerini görmem de unutamayacağım anılarımın arasındadır. Gelin hep beraber Bursa’ya bir KÜLTÜR ve etkinlik şehri diyelim
SÖYLENTİ
Polifemos, Hylas ve savaşçı Herakles çok iyi arkadaştırlar. Birlikte savaşa katılırlar. Mudanya’ya(Mirlea- o günkü adı) ulaşırlar. Herakles bir şanssızlık yaşar; küreği kırılmıştır, yerine yenisini yapmak zorundadır. Mudanya’da bir ağaç dalına uzanır, onu kürek yapmak için keser.
Hylas, arkadaşı kürek yapmak için uğraşırken, su aramaya gider. O kadar uzaklaşır ki ormanın içinde kaybolur.
Yakışıklı ve güzel bir genç olan Hylas’e aşık olan su perileri onu saklamışlardır. “Hylas! Haylas” diye bağırarak ormanın içine dalan arkadaşları, günlerce dolanırlar. Ne yazık ki bulamazlar. Herakles yoluna devam etmek zorundadır.
Polifemos’un arkadaşına kavuşma umudu kaybolmaz. Herakles umudunu kaybetmiş bir şekilde yoluna devam eder. Polifemos mutlaka bulacağına inanır, orada kalıp aramaya devam eder. O bölge Polifemos’un gelecekte yaşayacağı yer olur. Yöreye yerleşir. Önce ova üzerinde KİOS şehri daha sonra PRUSA kurulur. Yani o şehir bu gün BURSA şehridir.
MAGNESYA-MANİSA
Ege bölgesindeki Manisa’nın ismi çok büyük değişimlere uğramadı. Yunanca olduğu sanılan “Magnesya” sözünden geliyor. Türklerin koyduğu Manisa ismi önce “Magnesya” olarak söyleniyordu.
Şehri Süleyman Şah ele geçirmeden önce sırasıyla; Lidya, Pers, Makedonya, Rama ve Bizans egemenliklerinde kaldı. Bu şehir Birinci Haçlı seferlerinden sonra bir kez daha Bizanslıların eline geçti. Anadolu Selçuklu Devletinin Uç beylerinden biri olan Saruhan Bey tekrar ele geçirdi. Anadolu Selçuklu Devletinin de son yıllarıydı, alınan şehir başkent yapıldı. Manisa daha sonra Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katıldı.
EFSANE-AĞLAYAN KAYA
Manisa’daki ağlayan kayanın Kral Tantalos’un kızı Niobe olduğuna inanılır. Niobe’nin on iki çocuğu vardır. Çocuklarıyla gurur duyar, başkalarını küçümser. Onları çok üstün görür. Leto çok kıskanır. Çocukları Artemis ve Apollondan Niobe’yi cezalandırmalarını ister. Böylece onlar Niobe’nin çocuklarını öldürürler.
Niobe’nin acısı sonsuzdur. Acıyı dindirmek için Baştanrı Zeus Niobe’yi kaya haline dönüştürür. O gün bu gündür, acısı dinmez, halen kayadan yaşlar gelir.


AKÇAABAT
Şirinliği ile ünlü olan Akçaabat herkesin görmesi gereken bir yerleşim yeridir. İsmini ünlü kalesinin beyaz renkli taşlarından alır. Akçaabat kalesi zamanında limanı korumak için yapıldı.
AKÇAABAT ÖYKÜSÜ
Bizans’ın tekfuru çocuk sahibi olamıyormuş. Bir gece ilginç bir rüya görmüş. Rüyasında kapkara sakalları olan bir papaz ona; “senin bir kız çocuğun olacak. Ama onu hiç güneşe çıkarmayacaksın, güneşe çıkarırsan sararıp solacak. Çocuğun hiç güneş görmemesi lazım” demiş.
Bir gün Bizans tekfurunun gerçekten bir kız çocuğu olmuş. Çok sevinmişler. Çaresiz tekfur, kalenin içinde hiç penceresiz bir oda inşa ettirmiş. Kızını bu odaya koymuş. İçeri güneş giremiyormuş.
Günler geçmiş, tekfurun kızı büyümüş.
O yılların birinde Selçuklu Türkleri kaleyi kuşatmışlar. Bir türlü kaleyi ele geçiremiyorlarmış. Sonunda yeraltından bir tünel kazmaya karar vermişler.
Tekfurun kızı kazılan bu tünelden gelen yakışıklı bir askeri görünce, şaşırmış. O an âşık olmuş. “Beni buralardan al götür, yakışlıklı asker “diye yalvarmış. Meğer asker de, bir bakışta kıza âşık olmuş. Kızın yalvarmalarını yanıtsız bırakması olanaksızmış.
Askerle tekfurun güneş görmemiş kızı birlikte çıkmışlar. Kız bir anda kendinin gün ışığının içinde bulmuş. Sararıp solmaya başlayan kız; yanındaki askere hayran hayran bakarken, ne yapacağını bilememiş. Birkaç adım sonra da ölüp kalmış.
Kızın öldüğü yerde beyaz zambaklar bitmiş.
Kaleyi ele geçiren Türk komutanı kızın öyküsünü dinlemiş. Çok üzülmüş. Kızın öldüğü yere taşları bembeyaz bir türbe yaptırmış. Zamanla herkes bu türbede adak yapmaya başlamış. Özellikle sevgilisine kavuşmak isteyen âşıklar gelirmiş. Daha sonra o türbenin etrafında evler kurulmuş.
İşte o yöre Trabzon’a bağlı, Akçaabat ismini alan o şirin yerleşim yeri olmuş

ANKARA
Ankara bir zamanlar bağlar bahçeler diyarı bir yöreydi.
Anakara’nın adı Engürü olarak geçer. Ankara sözünün üzüm anlamına geldiğini Engür sözünden türediğini söyleyen kaynaklara rastlarsınız.
Yunanca’da koruk anlamına gelen “Agurida” sözü de vardır.
Hint-Avrupa dilinde “eğmek “ anlamına gelen ANK
Sanskritçe’de “Kıvrıntı” anlamına gelen “ANGAB” sözü var.
Latince’de “çengel” anlamına gelen, “ UNCUS” sözünden türediğini savunanlar da var.
Frigya’da da “ANK” sözcüğü var.
Engebeli, kıvrıntı sözcüğünden aldığını kabul etmek en mantıklısı gibi görünüyor.
Sırasıyla Ankara; Ankrya, Ankura,Ankuria, Angur, Engürü, Engürüye, Angare, Angora, Ancora, ve son olarak da ANKARA ismini aldı.
ANTAKYA
İsa’dan önce 4000 yıllarından söz ediyoruz. Şöyle bir düşünüp, ne kadar eski bir yerleşim yeri olduğunu kabul edebilirsiniz.
Kurulduğu günden beri de üzerinde yaşam olan bir şehir.
Antakya’da önce Hititler yaşamaya başlıyor. Antigonos büyük bir general, bu büyük general, önce Suriye ve ardından Antakya’yı işgal eder.
Antigonos Makedonya kralı Büyük İskender’in Generallerindendir. İşgal ettiğinde, Antakya diye bir şehir yoktu, toprak vardı.
İsa’dan önce 300 yıllarında Makedonya Kralı Seleukoz Antakya’yı kurdu. Siz de olsanız belki onun gibi yapardınız, kurduğu şehre babasının ismini verdi. ANTİOKHİA şehrin adı oldu. ANTİOKHİA zamanla çok büyüdü. Başşehir olmayı başardı.
Bizanslılar, Romalılar ve Yunanlılar bile bu şehri ele geçiremediler. Çin ve Doğu Türkistan’dan gelen ticari kervanların kavşak noktasıydı. Çok önemli bir şehirdi.
Yavuz Sultan Selim Antakya’yı 1515 de Osmanlı topraklarına kattı.
GÜZEL “İSKENDERUN”
Antakya’dan söz edip de, güzel İskenderun’dan söz edilmez mi?
Deniz kenarında şirin bir yerleşim yeri. İskenderun’u da Büyük İskender kurdu. Antakya’dan bir yıl sonra kuruldu. Yani 1516 da.
İsmini kurucusundan alır. Önceleri ismi, Küçük İskender’di, yani Aleksandria Minor. Mısır’da da İskenderiye şehri vardı, onu da İskender kurmuştu. İskenderun’a küçük denmesinin nedeni ikisinin birbirine karışmaması içindi. Çok güzeldi, ama gerçekten küçüktü.






EDİRNE
Edirne yalnız Edirnelilerin değil. Türkiye’ye adım atan her yabancının bizleri tanıyabileceği bir yerleşim yeri.
Eski adı Odris olan Edirne önemli bir şehrimiz diye düşünüyorum. Bu günkü Edirne daha özel, bakımlı olabilir. 21. Yüzyılda yaşarken Edirne yalnız bırakılmamalı. Biraz sanat, biraz gözü mutlu eden düzenlemelerle hoşlanılacak bir hale getirilmeli.
Göbekler, yol çizgileri, Avrupa şehirlerindeki gibi dönüşleri gösteren renkli oklarla hemen anlam kazanabilir. Edirne’ye her gidişimde Brüksel’in Tervuran kasabasını hatırlarım. Tervuran çok sevilen bir yerleşim yeri olmasına rağmen Belçikalıların gözdesi değildir, ama dışardan gelen yabancıların çok ilgisini çeker. Keşke Edirne başkanları Tervuran ile Edirne şehrini kardeş yapsalar. Birbirlerinin güzelliklerini paylaşsalar diye düşünürüm. Biraz düzenlemeyle oradan çok daha güzel olabilecek bu önemli şehrimizin kalbimde ayrı bir yeri vardır. Özellikle Selimiye Camisi çevresindeki karışıklık Kapalı-çarşısının güzelliğini bile unutturacak hale getirebiliyor. Bence Selimiye Camisinin etrafı sokak satıcılarından ve kargaşadan arındırılmalı. Caddelerde ve sokak aralarındaki su sızıntıları, ıslaklıklar, çağa uymayan trafik akışı düzenlenmeli diye düşünüyorum.
Edirne’yi sevenler mutlaka onun güzelliği için binaları yıkmadan, yeni binalarla güzel tarihi şehri boğmadan da bir şeyler yapabilirler.
İSMİ NEREDEN GELİYOR
İkinci Yüzyılda yeniden, Hadrianus tarafından kurulduğu için adı; Hadrianopolis olarak kabul edildi.
İsim yanına eklenen ek (opolis) şehre, “onun şehri” anlamını verir. Kendi adıma bir şehir kurmaya karar versem, bu kurala uyarsam adının “Filizopolis” olması gerekir. Yani filiz’in şehri. Sizler de kendi isimlerinize göre şehirler kurabilir, o şehirlere isim verebilirsiniz.
Trakya’da, İstanbul’dan sonra en büyük şehrimiz Edirne’dir. İlk kez kurulduğunda ismi Odris olan Edirne, Tunca ve Arda ırmaklarının birleştiği yerdeydi. Roma ve Bizans egemenlikleri altında kaldı. Birinci Murat zamanında Bizanslılardan alınıp Osmanlı ülkesine katıldı. Batılı kaynaklarda uzun zaman ismi; Adrianopolis olarak görülür. Bu günkü ismini Osmanlılar verdi.

Bu İsim Ona yakıştı
Sino, Germanicia, ve Markasi gibi isimler aldıktan sonra Maraş olarak bilindi. Hititler tarafında kullanılan Markasi sözcüğünün halk dilinde değişerek Maraş olduğu düşünülüyor.
Asur, Pers, Makedonya ve Kapodokya Krallıklarından sonra Romalıların eline geçti. Romalıların şehir için kullandıkları isim Germanicia idi. Bu isim Roma imparatoru CALLİGULA’ya ile eşleştirildi-Germanikelia. Kahramanmaraş Bizans ve Arap egemenlikleri altında kaldı. Maraş adının Arapça “zelzele-titreme” anlamına gelen “Re’aşa” filinden türeyerek olduğunu savunanlar da var. Şehir daha sonra Selçukluların eline geçti. 1515 yılında Osmanlı topraklarına katıldı. Osmanlı döneminde şehrin adı Zülkadir sözcüğü ile de kullanıldı.
Birinci Dünya Savaşından sonra İngilizler Maraş’ı işgal edip Fransızlara teslim ettiler. Şehrin kahraman halkı savaşıp, 11Şubat1922de Şehri düşmandan kurtardı. Bu kahramanlığın anısına çıkarılan bir yasayla Şehre KAHRAMAN sözcüğü eklendi.

Tarihin çok eski zamanlarında burada Tumanna isimli bir şehir vardı. Gas-Gas adlı savaşçı çok iyi ata binerdi. O kavimdekiler daima siyah deri giysiler giyerdi. Sümer ülkesinin kuzeyindeki yurtlarını terk edip, Asur Devletinin kurulmasıyla daha güneye geldiler. Geldikleri ülke Tumana idi. Batılı uzmanlara göre bu isim; Gas ve Tuman sözcüklerinin kaynaştırılmasıyla doğdu. “Gastuman” şeklini aldı.
Kastamonu sözcüğü de işte böylece “Gastuman” sözcüğünden türetildi.
Bir Efsane
1124 yılında Melik Gazi Gümüştekin tarafından Kars kalesi kuşatıldı. Melik Gazi Alpaslan’ın komutanlarındandır. Haftalarca süren bir kuşatma olmasına rağmen kale alınamadı. Bizans komutanının kızı Moni, savaş devam ederken Yakışıklı komutan Melik Gazi’ye âşık olur.
Genç kız aşkıyla sevgilisine yardım etmek ister. Duygularının peşinden sürüklenip, anahtarları çalar ve kale kapılarını genç ve yakışıklı komutana açar. Böylece kale Türklerin eline geçer. Durumu öğrenen Bizans tekfuru, Gümüştekin’in canını bağışlar, kızına da bir zarar vermez, ama kızının yaptığına dayanamadığı için; “Bana gastın neydi Moni” diyerek, kendi hançeriyle kendi canına kıyar


KIRKAĞAÇ
1350 yılında Türk Kalbuz aşiretleri tarafından kurulur. Kırk çadır kırk ağacının dibinde kurulduğu için adı KIRKAĞAÇ olur.
BİR EFSANE
Bir rivayete göre oğlu lehine tahttan çekilip Manisa’da dinlenmekte olan İkinci Murad’ı, oğlu Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a davet eder. Ancak yolda karısının doğum sancısı tutar. Akhisar’in Başlamış köyünde başlayan bu ağrılar “Kurtulmuş Köyü”nde biter. Çocuk dünyaya gelir.
Sarı Abdullah Mesnevi’yi ilk Türkçeleştiren kişidir. Sarı Abdullah hükümdarın hocasının çok yakın arkadaşıdır. Sarı Abdullah o yörenin ileri gelenlerini de yanına alarak bebeği ziyarete gider. Hediyeler götürürler. Hükümdarı kırk çadırın bulunduğu KIRKAĞAÇ’a davet ederler. Kırk büyük çınar ağacının altında ziyafet verilir. Hükümdar buraya ev yaptıracak olanlardan vergi ister.

AYDIN
Büyük Menderes ovasının tam ortasında. Kendi adını taşıyan dağların, güneyindedir.
Eğitimli gençleriyle her zaman dikkati çeker Aydın. Gençlerin yaşamında önemli yeri olan sınavlarda Aydın’da eğitilen gençler ön sıralardadır. Onları hayranlıkla izlerim.
Aydın yeşilden de kısmetini alan güzel bir şehrimiz. Bu tarım kenti, ne yazık ki şu zamnlarda su sıkıntısı çekiyor. Aydın Valisi Mustafa Malay suyla yatıp suyla kalktığını söylemekte. Akıllı planlarla bu sıkıntıyı hafifleteceğini düşünüyorum.
Aydın önemli üç kaplıcayı bünyesinde barındırıyor. İmamköy ve Davutlar kaplıcaları çok sağlıklı. Önemli mineralleri barındıran kaplıcalardan yararlanmayı bilerek gençleşen ve hastalığına şifa bulanları çok şanslı. Aydın’a uğradığınızda mutlaka Zeus Mağarasına gitmelisiniz. Dilek yarımadası üzerindeki Zeus Mağarası çocuklar için yüzme olanağı sağlayan bir küçük havuza da sahip. Etrafı ağaçlarla çevrili bir yoldan mağaraya ulaşılır. Oraya gitmek çok eğlenceli.
Efeler fakire fukaraya yardım eden, köy yiğitleridir. Delikanlı, efe, zeybek bunlar birbirini çağrıştıran sözcüklerdir. Aydın efelerinin tarihte kahramanlıkları vardır.
Size Aydın’a özgü deyimlerden de söz etmeliyim.; “Pis boğazla, boş boğaz dertten kurtulmaz” “Dağ dağ üstüne olmuş, ev ev üstüne olmamış” sözleri Aydın’a aittir. Benim en sevdiğim deyimlerden biri olan “şekerleme yapmak” “canı çekmek” gibi deyimler de Aydın’a aittir.
Aydın
İlk olarak şehri Argoslular kurdu. Bu günkü ismini Aydınoğullarından Mehmet Bey Verdi. “Aydın Güzelcehisarı”
Zamanla kısalarak Aydın adını aldı. Bu isim Mehmet beyin babasının ismidir. Yıldırım Beyazit Osmanlı topraklarına kattı.
Aydın İnciri
13 Eylül 2007 de Aydın’ın en önemli meyvesi Aydın inciri olarak bir kokteylle tescillendi.

BAYBURT
Ortaçağdaki adı; “Paypert” ya da, “Pepert” idi. Bu günkü adı bu isimlerden geliyor
Doğu Karadeniz bölgesinin iç bölümündedir. Kültür festivalleriyle dünyaya açılan Bayburt uzun zaman Gümüşhane ilinin ilçe merkeziydi. Bayburt’un tarihi çok eskidir. Bayburt’un en büyük özelliği, Selçukluların Anadolu’da ilk ele geçirip yerleşikleri yer olmasıdır. Çaldıran savaşından sonra Osmanlı topraklarına katıldı.
Bana göre Bayburt’ta TURKCE DİL FESTİVALLERİ yapılmalı.
Bayburt’un kendine has sözcükleri vardır. Mahalli sözcüklerinden bir çoğu bu gün değişik yörelerde de sevilerek kullanılır. Bunlardan bir kaçı; süt ve yoğurttan yapılan maddelere Ağartı derler. Bu sözcüğün dilimiz için ne kadar gerekli olduğunu size söylemeliyim. Süt mamullerinin çok olduğu bir ülkede yaşıyoruz böyle bir sözcüğün varlığı Türk diline zenginlik verir.
Yeterince mayalanmamış ekmek hamuruna Anık denir. Hepimizin kullandığı sözcük Bıldır-Gelecek yıl bir Bayburt sözcüğüdür. Cılcıbıl sözcüğü çıplak sözcüğü yerine kullanılır. Tarlayı yabancı otlardan temizleme sözcükleri bile vardır. Kahan bu anlamdadır.
Şaplak sözcüğünü hepiniz duydunuz sanırım, bu da bir Bayburt sözcüğüdür. Bayburt yöresinde kullanılan ve Türkçe kurallara uyan sözcükler dil üzerinde çalışma yapanlara kaynak teşkil edebilir diye düşünüyorum.
Ünlü Şair Zihni’yi yetiştiren şehirde dilin zengin olması doğaldır.
Bayburt Valisi Musa Küçükkurt değerli valilerimizden biridir. İngilizce bilen Valimiz değişik eğitimlerden geçerek bu göreve atandı. Doğal Kaynaklardan biri olan BAYBURT taşına büyük önem veren Sayın Valinin 10 kat fazlalaştırılarak taşın çıkarılması için çalışmalar yaptığı bilinmekte. Bu taşın Pazar sorunu olmaması bizleri heyecanlandırmakta. Belki Sayın Küçükkurt Bayburt’a şairleri, yazarları, dil uzmanlarını davet edeceği bir festivale de öncülük edebilir. Bizler de Junior ekibi olarak bu festivalin içinde yerimizi alırız. Selçuklu egemenliklerinden sonra, Osmanlı Ülkesine katılması Yavuz Sultan Selim zamanında oldu.
İlimiz Doğu Anadolu bölgesindedir. Derin ve dar bir vadinin içindedir. Vadi de ayni isimle anılır.
Şehrin tam olarak kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor . İsminin de nereden geldiği ile ilgili bazı görüşler var. “Bageş” ya da “Paşagiş adı yakıştırılıyor.. Bazıları da Büyük İskender’in komutanı “Lis” ya da “ “Badlis” burada bir kale kurar diye söz ediyor.
Bitlis ismi de diğer bir çok şehirde olduğu gibi şehri kuran komutanın ismini alır.

BİTLİS
Arap ve Selçuklu egemenliklerinden sonra, Osmanlı Ülkesine katılması Yavuz Sultan Selim zamanında oldu.
İlimiz Doğu Anadolu bölgesindedir. Derin ve dar bir vadinin içindedir. Vadi de ayni isimle anılır.
Şehrin tam olarak kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor . İsminin de nereden geldiği ile ilgili bazı görüşler var. “Bageş” ya da “Paşagiş adı yakıştırılıyor.. Bazıları da Büyük İskender’in komutanı “Lis” ya da “ “Badlis” burada bir kale kurar diye söz ediyor.
Bitlis ismi de diğer bir çok şehirde olduğu gibi şehri kuran komutanın ismini alır.

Hititler Anadolu egemenliğine bu şehirde başladı. Hitit Medeniyetinin başkenti Hattuşaş bu şehirdedir. Çorum bu gün de bir KÜLTÜR ve Sanat şehri.
Özellikle Sungurlu ilçesinden söz etmek istiyorum. Kültür Sanat ve İletişim Festivali için davet edildiğimde Sungurlulular pek çok şair ve yazarı ağırlıyordu. Sungurlu’da bizlere sanatın zevkini yaşattılar. Az olanaklarla çok büyük bir festival düzenlenmişti. Tiyatrodan soylesiye, soylesiden sergiye onlarca etkinliğe katıldık. Festivaldeki etkinliklerle şehir daha da anlamlı bir hale gelmişti. Halkın ve görevlilerin ilgisi görülmeye değerdi. Dönüşümüzde yüreğimizde Çorum-Sungurlu sevgisi yerleşmişti.
“Hattuşa” 1986 yılından beri “Dünya Kültür Mirası Listesi” inde yer alır. Alacahöyük Çorum’a 45km uzaktadır. Eski Tunç Çağı ve Hitit çağında önemli bir dini tören ve sanat merkezi oldu. Alacahöyük’te 4 uygarlık çağı ortaya çıkarıldı. Hititlerin Başkenti Hattuşa kazılarına verilen destek ile “dünyada bir ilk” olarak nitelendirilen proje tamamlandı. Tarihi Milli Park olan ve “UNESCO Dünya Mirası Listesi”nde bulunan Hattuşa’daki Hitit Surları’nın 65 metrelik kısmının orijinal yapısına bağlı kalınarak ayağa kaldırma çalışmasının tamamlanması ile surların tarihi görkemi günümüze taşındı.
Bu güzel şehre, daha fazla yatırım yapılmalı. Sivil toplum örgütleri projelerine koyup şehrin tarihi ilçelerini de sık sık ziyaret etmeli. Boğazköy gibi göz yaşartacak kadar tarihten izler taşıyan yörenin hiç unutulmaması gerektiğine inanıyorum. Okulların da geziler yaparak bu güzel ve tarihi yöreyi çocuklarımıza, gençlerimize tanıtmaları gerekir. Bogazköy’ün, Hattuşaş’in canlandırılması gerektiğine inanıyorum.
Çorum günlük yaşamımızda deyim ve atasözleri gelenekleriyle de var. Çorum’dan gelen özdeyişler çoğumuzun dilinde.

***Acı baldırcanı , kırağı çalmaz,
***Büyük dağın büyük dumanı olur,
***Çirkin bürünür güzel görünür
***Çok söyleme arsız olur, aç koyma hırsız olur
***Düşman düşmana küçük taş atmaz
Kına Gecesi
Çorum’da düğün adetleri de çok ilginçtir. Evliliklerde aileler halen söz sahibidir.
Bu gün size kına geceinden söz etsem sanırım adetlerin ne kadar korunduğunu görebilirsiniz. Cumartesi günü kız evinde herhangi bir saatte “kına yürütme” yapılır. Erkek tarafı iki veya üç kadını bir erkekle beraber kız evine “kınacı” olarak yollar. Bunlar yanlarında kına, kuru yemiş, et, börek, tatlı ve kızın gelinliğini götürürler. Kızın kınada giyeceği kıyafeti de erkek tarafı alıp götürebilir. Ayrıca davul ve zurna da kınacılarla gider. Gelen kınacılara yemek verilir. Kınacılar kızı giydirip süslerler, kızı ortaya getirip oturturlar, yüzüne allı bir yazma örterler, kına türküleri ve ilahi okurlar. Kızı ve orada bulunanları ağlatırlar. Bittikten sonra kızın avucuna para veya altın konup kınası yakılır.
Çorum Adı
Orta Karadeniz bölümünün, iç Anadoluya komşu ilimizin tarihi kesin olarak bilinmiyor. Yıldırım Beyazit zamanında topraklarımıza katıldı. Çorum ismi tarih öncesine dayanır. Türk boyları Anadoluya geldi. Çorum anadolu’ya bağlıydı. O zaman ismi Nikonya idi. Kent büyük bir zelzele
ve sel felaketine uğramış, yerle bir olmuş. Müslümanlık dinini kabulu bu felaketin sonunda oldu. Yerli halka cürümlü denildi, zamanla bu sözcük değişti.Evliya Çelebiye göre ise kentin adının Çorum ve Çevri-Rum deyişlerinindeğişmesi sonucudur. Türklerin Anadolu'ya yerleşmesi sonrası, Türkmenboylarının Çorum ve yöresini otlak ve yayla olarak kullanması yerlihalkın (genelde o tarihlerde Hiristiyan'dır) göçe zorlanmış olması Evliya Çelebi’yibir bakıma haklı çıkarır gibi olmaktadır.

KONYA
Konya Frik, Asur, Lidya, Pers, Makedonya egemenliklerinden sonra Romalıların eline geçti. İsa’dan sonra Hıristiyan Azizlerinden St. Paul kenti ziyaret etti. İşte bu olaydan sonra şehir bir dinsel merkez olarak gelişti. Hıristiyanlar bu şehre “İkonyum” adını verdiler. Anlamı; “İsa’nın tasviri” demekti. Yezit Bin Muhallit şehri ele geçirdi. Yezit Bin Muhallit Harun Reşit’in komutanıydı. İlk iş şehrin adını değiştirmek olur. Şehri ele geçiren Arap-İslam Devleti şehre, “Kuniye” adını verdi. Bu ismin Türk diline en yakın çevrilişi Konya olarak belirlendi.


AĞRI
Ağrı şehri ismini kendi sınırları içindeki “Ararat”dağından alır.
Çok eski yıllarda yeryüzünde bir su baskını oldu. Nuh Peygamber tufandan kurtulmak için bir gemi yaptı. Eşlerini ve üç oğlunu yanına aldı. Her canlıdan bir erkek bir dişi gemisine yerleştirdi. Gemi tufandan sonra Cudi (Ağrı) dağının doruğunda kaldı.
İçindekiler ölümden kurtuldu.
“Sonsuzluğa doğru kalkacak
Sihirli bir gemi gibisin
göklerde demirli”
Ahmet Muhip Dranas
Zamanla halk dilinde Ararat sözcüğü değişti, kısaldı, “Ağrı” haline döndü.

BALIKESİR
Balıkesir’e 2006 yılında gelen deneyşmli Vali Sayın Selahattin HATİPOĞLU Fransızca bilmekte. Balıkesir ili hem Ege, hem de Marmara Denizine kıyısı olan bir şehrimiz, önemli doğa harikaları ile çevrilidir. Kuşcenneti Milli Parkı (A) Sınıfı Avrupa Diploması’na sahip olup, görülmeye değer eşsiz yerlerimizden.
Deniz, kum, güneş yanında; tarih, termal kaynaklar, yemyeşil zeytin ve çam ormanları, bitki türleri, Kazdağları’nın efsanevi güzellikleri ve bol oksijeni ile dünyanın en güzel, en sağlıklı turizm çekim merkezidir. Ayvalık, Antandros, Adramytteıon gibi antik şehirler, açık hava müzesi görünümleriyle her türlü turizm hareketliliğine olanak sağlar. Turizmde ilk planlı çalışlma Balıkesir’in Erdek, Akçay, Ayvalık ve Burhaniye gibi yerleşim birimlerinde başladı. Bu özellikler Balıkesiri gerçek anlamda diğer turizm cennetlerimizden ayırır, önemli kılar. Balıkesir İşletme Belgeli Tesis bakımından (82 tesis) Türkiye’de 7.sıradadır.
Susurluk çayının kollarından Kazanpınar deresi üzerinde kendi adını taşıyan ovanın batı kıyısında kurulmuş. Çok sevimli ve ünlü bir ilimiz. Burası MYSIA adıyla bilinir. Roma Selçuklu egemenliklerinden sonra Osmanlı topraklarına katıldı.
Karesi Beyliği’nin kurulduğu İlin, Merkez ve çevresinde tarihi kalıntılar, konaklar, camiler, türbeler, kiliseler ve eski dönemlere ait şehir merkezleri bulunur.
Daha sonra Balıkesir adını aldı. Şehrin adının “Eski Hisar” anlamına gelen “PaleoKasto” dan türediği sanılıyor. Halk arasında dolaşan söylentilere göre ise Balıkesir sözü “Balı çok” anlamına geliyor. Bilindiği gibi balı da ünlüdür.
MİLAS ve BODRUM
Ünlü tarihçi Heredot Bodrumludur
Bodrum yöresinde mandalina bahçeleri yok olsa da düğün gelenekleri halen sürüyor. Koskocaman develere çeyizler yüklenir. Deve gelinden de güzel süslenir. Devenin iki yanından bohçalar heybeler sarkıtılır. Saygın biri devenin önünde yürür. Davul zurna ile devenin peşinden tepsiler içinde kırmızı kurdelelerle bağlanmış tepsiler sıralanır. Çoluk çocuk neşeyle yürünür.
Kına geceleriyle bir hafta süren davet yemekleri; dolmalar, keşkek, tatlılar ve turşular masalarda eksik olmaz. Ot yemekleri ününü her zaman korur. Bodrum düğününde ortaya çıkıp oynayabilmek için çalgıcı masasına para bırakmalısınız. Eskiden bu yana devam eden bir gelenektir bu.
Ahşap işlemeler, ipek dokumalar, taş evler Kızılağaç köyünde yaşayanların dünyasını oluşturur. Milas kilimleri konukları büyüler. Kızılağaç için Labranda antik kente doğru gitmelisiniz. Her isteğinize boyun eğen sevdikleriniz; sizi bu ziyaretten yoksun bırakmazlar diye düşünürüm.
Şimdi Bodrum’da üniversite gençliği var, Muğla Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ile bir kaç yıldır öğretime başladı. Dileğimiz bu eğitim ve öğrenim içinde Milas Kilimlerinin ayrı bir yeri olması.

Bodrum Adı
İlk çağ adı Halikarnasostu. Bizans, Rodos şovalyeleri ve Menteş Beyliği egemenliği altında kaldı. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Rodos ile birlikte Osmanlı topraklarına katıldı.
Bodrum Efsanesi;
Bodrum’un hemen yanında Bardakçı koyu vardır. Eski çağlarda burada duru bir göl varmış. Gölün suyu yemyeşilmiş. Mersin ağacından taraklarla saçını tarayan Su Perisi bu gölde yıkanırmış. Bir gün yakışlıklı bir genç Su Perisini görrnüş. Aşık olmuş. “Bizi kavuştur” diye dua ediyormuş. Tanrı bu iki sevdalıyı birleştirmiş. Tek beden, iki kafa olarak orada yaratık olarak kalmışlar. Yaşamları sona erince, Kaplankaya adı verilen bölgeye gömülmüşler. Bir de anıt yapılmış. Sonradan o güzel yöre evlerle dolmuş
BURSA
Türkiye’nin beşinci büyük şehri Bursa’dır. Eski çağlarda Bitinye adı verilen bölgenin başşehriydi Bursa. Bursa’yı kuran da Bitinya Kralı Prusias’tır. Önce Bursa’nın adı “PRUSA” oldu.
Günümüzde Bursa bir sanayi şehridir. Ama benim izlenimlerimi almak isterseniz, bursa benim için eğlence merkezimdir. Hem eğlenirim hem de dinlerim. Eşim ve çocuklarımla çoğu zaman alış verişlerimi bile arabamızla geçerken otoban üzerindeki o çok güzel sunum yapan mağazalarından alırız. Kaplıcaları sıcacık suları, kış aylarında Uludağ’ı sanki Türkiye için bir nimettir.İstanbul’da bir hafta sonu planı yapmak, dostlarla mutlu birkaç gün geçirmek Bursa’ya gitmekle mümkün olur. Sizlere de bu tür planlarda söz hakkı verildiğinde Bursa’ya gidelim diyebilirsiniz. Hayvanat Bahçesi. Kır kahveleri, sokak araları en sevdiğim mekanlarıdır. Sizlere türbe ve tarihi camilerinden de söz etmek isterim, ama oralara mutlaka gidip göreceksiniz diye düşünüyorum. Bir imza programı içinde Bursalı gençlerle ve çocuklarla tanıştım. Belediye’nin Kütüphanesinde yapılan bu etkinlik bana Amerika’daki kütüphaneleri anımsattı. Etkinlik, imza, çocuklar ve kitaplar her şey özenle hazırlanmıştı. Bu kuruluşta çalışan insanlar çocuklara kitap sevgisi verebilmek için özenle seçilmişti. Çocukların ve gençlerin kitaba olan sevgilerini görmem de unutamayacağım anılarımın arasındadır. Gelin hep beraber Bursa’ya bir KÜLTÜR ve etkinlik şehri diyelim
SÖYLENTİ
Polifemos, Hylas ve savaşçı Herakles çok iyi arkadaştırlar. Birlikte savaşa katılırlar. Mudanya’ya(Mirlea- o günkü adı) ulaşırlar. Herakles bir şanssızlık yaşar; küreği kırılmıştır, yerine yenisini yapmak zorundadır. Mudanya’da bir ağaç dalına uzanır, onu kürek yapmak için keser.
Hylas, arkadaşı kürek yapmak için uğraşırken, su aramaya gider. O kadar uzaklaşır ki ormanın içinde kaybolur.
Yakışıklı ve güzel bir genç olan Hylas’e aşık olan su perileri onu saklamışlardır. “Hylas! Haylas” diye bağırarak ormanın içine dalan arkadaşları, günlerce dolanırlar. Ne yazık ki bulamazlar. Herakles yoluna devam etmek zorundadır.
Polifemos’un arkadaşına kavuşma umudu kaybolmaz. Herakles umudunu kaybetmiş bir şekilde yoluna devam eder. Polifemos mutlaka bulacağına inanır, orada kalıp aramaya devam eder. O bölge Polifemos’un gelecekte yaşayacağı yer olur. Yöreye yerleşir. Önce ova üzerinde KİOS şehri daha sonra PRUSA kurulur. Yani o şehir bu gün BURSA şehridir.
MAGNESYA-MANİSA
Ege bölgesindeki Manisa’nın ismi çok büyük değişimlere uğramadı. Yunanca olduğu sanılan “Magnesya” sözünden geliyor. Türklerin koyduğu Manisa ismi önce “Magnesya” olarak söyleniyordu.
Şehri Süleyman Şah ele geçirmeden önce sırasıyla; Lidya, Pers, Makedonya, Rama ve Bizans egemenliklerinde kaldı. Bu şehir Birinci Haçlı seferlerinden sonra bir kez daha Bizanslıların eline geçti. Anadolu Selçuklu Devletinin Uç beylerinden biri olan Saruhan Bey tekrar ele geçirdi. Anadolu Selçuklu Devletinin de son yıllarıydı, alınan şehir başkent yapıldı. Manisa daha sonra Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katıldı.
EFSANE-AĞLAYAN KAYA
Manisa’daki ağlayan kayanın Kral Tantalos’un kızı Niobe olduğuna inanılır. Niobe’nin on iki çocuğu vardır. Çocuklarıyla gurur duyar, başkalarını küçümser. Onları çok üstün görür. Leto çok kıskanır. Çocukları Artemis ve Apollondan Niobe’yi cezalandırmalarını ister. Böylece onlar Niobe’nin çocuklarını öldürürler.
Niobe’nin acısı sonsuzdur. Acıyı dindirmek için Baştanrı Zeus Niobe’yi kaya haline dönüştürür. O gün bu gündür, acısı dinmez, halen kayadan yaşlar gelir.


AKÇAABAT
Şirinliği ile ünlü olan Akçaabat herkesin görmesi gereken bir yerleşim yeridir. İsmini ünlü kalesinin beyaz renkli taşlarından alır. Akçaabat kalesi zamanında limanı korumak için yapıldı.
AKÇAABAT ÖYKÜSÜ
Bizans’ın tekfuru çocuk sahibi olamıyormuş. Bir gece ilginç bir rüya görmüş. Rüyasında kapkara sakalları olan bir papaz ona; “senin bir kız çocuğun olacak. Ama onu hiç güneşe çıkarmayacaksın, güneşe çıkarırsan sararıp solacak. Çocuğun hiç güneş görmemesi lazım” demiş.
Bir gün Bizans tekfurunun gerçekten bir kız çocuğu olmuş. Çok sevinmişler. Çaresiz tekfur, kalenin içinde hiç penceresiz bir oda inşa ettirmiş. Kızını bu odaya koymuş. İçeri güneş giremiyormuş.
Günler geçmiş, tekfurun kızı büyümüş.
O yılların birinde Selçuklu Türkleri kaleyi kuşatmışlar. Bir türlü kaleyi ele geçiremiyorlarmış. Sonunda yeraltından bir tünel kazmaya karar vermişler.
Tekfurun kızı kazılan bu tünelden gelen yakışıklı bir askeri görünce, şaşırmış. O an âşık olmuş. “Beni buralardan al götür, yakışlıklı asker “diye yalvarmış. Meğer asker de, bir bakışta kıza âşık olmuş. Kızın yalvarmalarını yanıtsız bırakması olanaksızmış.
Askerle tekfurun güneş görmemiş kızı birlikte çıkmışlar. Kız bir anda kendinin gün ışığının içinde bulmuş. Sararıp solmaya başlayan kız; yanındaki askere hayran hayran bakarken, ne yapacağını bilememiş. Birkaç adım sonra da ölüp kalmış.
Kızın öldüğü yerde beyaz zambaklar bitmiş.
Kaleyi ele geçiren Türk komutanı kızın öyküsünü dinlemiş. Çok üzülmüş. Kızın öldüğü yere taşları bembeyaz bir türbe yaptırmış. Zamanla herkes bu türbede adak yapmaya başlamış. Özellikle sevgilisine kavuşmak isteyen âşıklar gelirmiş. Daha sonra o türbenin etrafında evler kurulmuş.
İşte o yöre Trabzon’a bağlı, Akçaabat ismini alan o şirin yerleşim yeri olmuş

ANKARA
Ankara bir zamanlar bağlar bahçeler diyarı bir yöreydi.
Anakara’nın adı Engürü olarak geçer. Ankara sözünün üzüm anlamına geldiğini Engür sözünden türediğini söyleyen kaynaklara rastlarsınız.
Yunanca’da koruk anlamına gelen “Agurida” sözü de vardır.
Hint-Avrupa dilinde “eğmek “ anlamına gelen ANK
Sanskritçe’de “Kıvrıntı” anlamına gelen “ANGAB” sözü var.
Latince’de “çengel” anlamına gelen, “ UNCUS” sözünden türediğini savunanlar da var.
Frigya’da da “ANK” sözcüğü var.
Engebeli, kıvrıntı sözcüğünden aldığını kabul etmek en mantıklısı gibi görünüyor.
Sırasıyla Ankara; Ankrya, Ankura,Ankuria, Angur, Engürü, Engürüye, Angare, Angora, Ancora, ve son olarak da ANKARA ismini aldı.
ANTAKYA
İsa’dan önce 4000 yıllarından söz ediyoruz. Şöyle bir düşünüp, ne kadar eski bir yerleşim yeri olduğunu kabul edebilirsiniz.
Kurulduğu günden beri de üzerinde yaşam olan bir şehir.
Antakya’da önce Hititler yaşamaya başlıyor. Antigonos büyük bir general, bu büyük general, önce Suriye ve ardından Antakya’yı işgal eder.
Antigonos Makedonya kralı Büyük İskender’in Generallerindendir. İşgal ettiğinde, Antakya diye bir şehir yoktu, toprak vardı.
İsa’dan önce 300 yıllarında Makedonya Kralı Seleukoz Antakya’yı kurdu. Siz de olsanız belki onun gibi yapardınız, kurduğu şehre babasının ismini verdi. ANTİOKHİA şehrin adı oldu. ANTİOKHİA zamanla çok büyüdü. Başşehir olmayı başardı.
Bizanslılar, Romalılar ve Yunanlılar bile bu şehri ele geçiremediler. Çin ve Doğu Türkistan’dan gelen ticari kervanların kavşak noktasıydı. Çok önemli bir şehirdi.
Yavuz Sultan Selim Antakya’yı 1515 de Osmanlı topraklarına kattı.
GÜZEL “İSKENDERUN”
Antakya’dan söz edip de, güzel İskenderun’dan söz edilmez mi?
Deniz kenarında şirin bir yerleşim yeri. İskenderun’u da Büyük İskender kurdu. Antakya’dan bir yıl sonra kuruldu. Yani 1516 da.
İsmini kurucusundan alır. Önceleri ismi, Küçük İskender’di, yani Aleksandria Minor. Mısır’da da İskenderiye şehri vardı, onu da İskender kurmuştu. İskenderun’a küçük denmesinin nedeni ikisinin birbirine karışmaması içindi. Çok güzeldi, ama gerçekten küçüktü.






EDİRNE
Edirne yalnız Edirnelilerin değil. Türkiye’ye adım atan her yabancının bizleri tanıyabileceği bir yerleşim yeri.
Eski adı Odris olan Edirne önemli bir şehrimiz diye düşünüyorum. Bu günkü Edirne daha özel, bakımlı olabilir. 21. Yüzyılda yaşarken Edirne yalnız bırakılmamalı. Biraz sanat, biraz gözü mutlu eden düzenlemelerle hoşlanılacak bir hale getirilmeli.
Göbekler, yol çizgileri, Avrupa şehirlerindeki gibi dönüşleri gösteren renkli oklarla hemen anlam kazanabilir. Edirne’ye her gidişimde Brüksel’in Tervuran kasabasını hatırlarım. Tervuran çok sevilen bir yerleşim yeri olmasına rağmen Belçikalıların gözdesi değildir, ama dışardan gelen yabancıların çok ilgisini çeker. Keşke Edirne başkanları Tervuran ile Edirne şehrini kardeş yapsalar. Birbirlerinin güzelliklerini paylaşsalar diye düşünürüm. Biraz düzenlemeyle oradan çok daha güzel olabilecek bu önemli şehrimizin kalbimde ayrı bir yeri vardır. Özellikle Selimiye Camisi çevresindeki karışıklık Kapalı-çarşısının güzelliğini bile unutturacak hale getirebiliyor. Bence Selimiye Camisinin etrafı sokak satıcılarından ve kargaşadan arındırılmalı. Caddelerde ve sokak aralarındaki su sızıntıları, ıslaklıklar, çağa uymayan trafik akışı düzenlenmeli diye düşünüyorum.
Edirne’yi sevenler mutlaka onun güzelliği için binaları yıkmadan, yeni binalarla güzel tarihi şehri boğmadan da bir şeyler yapabilirler.
İSMİ NEREDEN GELİYOR
İkinci Yüzyılda yeniden, Hadrianus tarafından kurulduğu için adı; Hadrianopolis olarak kabul edildi.
İsim yanına eklenen ek (opolis) şehre, “onun şehri” anlamını verir. Kendi adıma bir şehir kurmaya karar versem, bu kurala uyarsam adının “Filizopolis” olması gerekir. Yani filiz’in şehri. Sizler de kendi isimlerinize göre şehirler kurabilir, o şehirlere isim verebilirsiniz.
Trakya’da, İstanbul’dan sonra en büyük şehrimiz Edirne’dir. İlk kez kurulduğunda ismi Odris olan Edirne, Tunca ve Arda ırmaklarının birleştiği yerdeydi. Roma ve Bizans egemenlikleri altında kaldı. Birinci Murat zamanında Bizanslılardan alınıp Osmanlı ülkesine katıldı. Batılı kaynaklarda uzun zaman ismi; Adrianopolis olarak görülür. Bu günkü ismini Osmanlılar verdi.

Bu İsim Ona yakıştı
Sino, Germanicia, ve Markasi gibi isimler aldıktan sonra Maraş olarak bilindi. Hititler tarafında kullanılan Markasi sözcüğünün halk dilinde değişerek Maraş olduğu düşünülüyor.
Asur, Pers, Makedonya ve Kapodokya Krallıklarından sonra Romalıların eline geçti. Romalıların şehir için kullandıkları isim Germanicia idi. Bu isim Roma imparatoru CALLİGULA’ya ile eşleştirildi-Germanikelia. Kahramanmaraş Bizans ve Arap egemenlikleri altında kaldı. Maraş adının Arapça “zelzele-titreme” anlamına gelen “Re’aşa” filinden türeyerek olduğunu savunanlar da var. Şehir daha sonra Selçukluların eline geçti. 1515 yılında Osmanlı topraklarına katıldı. Osmanlı döneminde şehrin adı Zülkadir sözcüğü ile de kullanıldı.
Birinci Dünya Savaşından sonra İngilizler Maraş’ı işgal edip Fransızlara teslim ettiler. Şehrin kahraman halkı savaşıp, 11Şubat1922de Şehri düşmandan kurtardı. Bu kahramanlığın anısına çıkarılan bir yasayla Şehre KAHRAMAN sözcüğü eklendi.

Tarihin çok eski zamanlarında burada Tumanna isimli bir şehir vardı. Gas-Gas adlı savaşçı çok iyi ata binerdi. O kavimdekiler daima siyah deri giysiler giyerdi. Sümer ülkesinin kuzeyindeki yurtlarını terk edip, Asur Devletinin kurulmasıyla daha güneye geldiler. Geldikleri ülke Tumana idi. Batılı uzmanlara göre bu isim; Gas ve Tuman sözcüklerinin kaynaştırılmasıyla doğdu. “Gastuman” şeklini aldı.
Kastamonu sözcüğü de işte böylece “Gastuman” sözcüğünden türetildi.
Bir Efsane
1124 yılında Melik Gazi Gümüştekin tarafından Kars kalesi kuşatıldı. Melik Gazi Alpaslan’ın komutanlarındandır. Haftalarca süren bir kuşatma olmasına rağmen kale alınamadı. Bizans komutanının kızı Moni, savaş devam ederken Yakışıklı komutan Melik Gazi’ye âşık olur.
Genç kız aşkıyla sevgilisine yardım etmek ister. Duygularının peşinden sürüklenip, anahtarları çalar ve kale kapılarını genç ve yakışıklı komutana açar. Böylece kale Türklerin eline geçer. Durumu öğrenen Bizans tekfuru, Gümüştekin’in canını bağışlar, kızına da bir zarar vermez, ama kızının yaptığına dayanamadığı için; “Bana gastın neydi Moni” diyerek, kendi hançeriyle kendi canına kıyar


KIRKAĞAÇ
1350 yılında Türk Kalbuz aşiretleri tarafından kurulur. Kırk çadır kırk ağacının dibinde kurulduğu için adı KIRKAĞAÇ olur.
BİR EFSANE
Bir rivayete göre oğlu lehine tahttan çekilip Manisa’da dinlenmekte olan İkinci Murad’ı, oğlu Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a davet eder. Ancak yolda karısının doğum sancısı tutar. Akhisar’in Başlamış köyünde başlayan bu ağrılar “Kurtulmuş Köyü”nde biter. Çocuk dünyaya gelir.
Sarı Abdullah Mesnevi’yi ilk Türkçeleştiren kişidir. Sarı Abdullah hükümdarın hocasının çok yakın arkadaşıdır. Sarı Abdullah o yörenin ileri gelenlerini de yanına alarak bebeği ziyarete gider. Hediyeler götürürler. Hükümdarı kırk çadırın bulunduğu KIRKAĞAÇ’a davet ederler. Kırk büyük çınar ağacının altında ziyafet verilir. Hükümdar buraya ev yaptıracak olanlardan vergi ister.

AYDIN
Büyük Menderes ovasının tam ortasında. Kendi adını taşıyan dağların, güneyindedir.
Eğitimli gençleriyle her zaman dikkati çeker Aydın. Gençlerin yaşamında önemli yeri olan sınavlarda Aydın’da eğitilen gençler ön sıralardadır. Onları hayranlıkla izlerim.
Aydın yeşilden de kısmetini alan güzel bir şehrimiz. Bu tarım kenti, ne yazık ki şu zamnlarda su sıkıntısı çekiyor. Aydın Valisi Mustafa Malay suyla yatıp suyla kalktığını söylemekte. Akıllı planlarla bu sıkıntıyı hafifleteceğini düşünüyorum.
Aydın önemli üç kaplıcayı bünyesinde barındırıyor. İmamköy ve Davutlar kaplıcaları çok sağlıklı. Önemli mineralleri barındıran kaplıcalardan yararlanmayı bilerek gençleşen ve hastalığına şifa bulanları çok şanslı. Aydın’a uğradığınızda mutlaka Zeus Mağarasına gitmelisiniz. Dilek yarımadası üzerindeki Zeus Mağarası çocuklar için yüzme olanağı sağlayan bir küçük havuza da sahip. Etrafı ağaçlarla çevrili bir yoldan mağaraya ulaşılır. Oraya gitmek çok eğlenceli.
Efeler fakire fukaraya yardım eden, köy yiğitleridir. Delikanlı, efe, zeybek bunlar birbirini çağrıştıran sözcüklerdir. Aydın efelerinin tarihte kahramanlıkları vardır.
Size Aydın’a özgü deyimlerden de söz etmeliyim.; “Pis boğazla, boş boğaz dertten kurtulmaz” “Dağ dağ üstüne olmuş, ev ev üstüne olmamış” sözleri Aydın’a aittir. Benim en sevdiğim deyimlerden biri olan “şekerleme yapmak” “canı çekmek” gibi deyimler de Aydın’a aittir.
Aydın
İlk olarak şehri Argoslular kurdu. Bu günkü ismini Aydınoğullarından Mehmet Bey Verdi. “Aydın Güzelcehisarı”
Zamanla kısalarak Aydın adını aldı. Bu isim Mehmet beyin babasının ismidir. Yıldırım Beyazit Osmanlı topraklarına kattı.
Aydın İnciri
13 Eylül 2007 de Aydın’ın en önemli meyvesi Aydın inciri olarak bir kokteylle tescillendi.

BAYBURT
Ortaçağdaki adı; “Paypert” ya da, “Pepert” idi. Bu günkü adı bu isimlerden geliyor
Doğu Karadeniz bölgesinin iç bölümündedir. Kültür festivalleriyle dünyaya açılan Bayburt uzun zaman Gümüşhane ilinin ilçe merkeziydi. Bayburt’un tarihi çok eskidir. Bayburt’un en büyük özelliği, Selçukluların Anadolu’da ilk ele geçirip yerleşikleri yer olmasıdır. Çaldıran savaşından sonra Osmanlı topraklarına katıldı.
Bana göre Bayburt’ta TURKCE DİL FESTİVALLERİ yapılmalı.
Bayburt’un kendine has sözcükleri vardır. Mahalli sözcüklerinden bir çoğu bu gün değişik yörelerde de sevilerek kullanılır. Bunlardan bir kaçı; süt ve yoğurttan yapılan maddelere Ağartı derler. Bu sözcüğün dilimiz için ne kadar gerekli olduğunu size söylemeliyim. Süt mamullerinin çok olduğu bir ülkede yaşıyoruz böyle bir sözcüğün varlığı Türk diline zenginlik verir.
Yeterince mayalanmamış ekmek hamuruna Anık denir. Hepimizin kullandığı sözcük Bıldır-Gelecek yıl bir Bayburt sözcüğüdür. Cılcıbıl sözcüğü çıplak sözcüğü yerine kullanılır. Tarlayı yabancı otlardan temizleme sözcükleri bile vardır. Kahan bu anlamdadır.
Şaplak sözcüğünü hepiniz duydunuz sanırım, bu da bir Bayburt sözcüğüdür. Bayburt yöresinde kullanılan ve Türkçe kurallara uyan sözcükler dil üzerinde çalışma yapanlara kaynak teşkil edebilir diye düşünüyorum.
Ünlü Şair Zihni’yi yetiştiren şehirde dilin zengin olması doğaldır.
Bayburt Valisi Musa Küçükkurt değerli valilerimizden biridir. İngilizce bilen Valimiz değişik eğitimlerden geçerek bu göreve atandı. Doğal Kaynaklardan biri olan BAYBURT taşına büyük önem veren Sayın Valinin 10 kat fazlalaştırılarak taşın çıkarılması için çalışmalar yaptığı bilinmekte. Bu taşın Pazar sorunu olmaması bizleri heyecanlandırmakta. Belki Sayın Küçükkurt Bayburt’a şairleri, yazarları, dil uzmanlarını davet edeceği bir festivale de öncülük edebilir. Bizler de Junior ekibi olarak bu festivalin içinde yerimizi alırız. Selçuklu egemenliklerinden sonra, Osmanlı Ülkesine katılması Yavuz Sultan Selim zamanında oldu.
İlimiz Doğu Anadolu bölgesindedir. Derin ve dar bir vadinin içindedir. Vadi de ayni isimle anılır.
Şehrin tam olarak kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor . İsminin de nereden geldiği ile ilgili bazı görüşler var. “Bageş” ya da “Paşagiş adı yakıştırılıyor.. Bazıları da Büyük İskender’in komutanı “Lis” ya da “ “Badlis” burada bir kale kurar diye söz ediyor.
Bitlis ismi de diğer bir çok şehirde olduğu gibi şehri kuran komutanın ismini alır.

BİTLİS
Arap ve Selçuklu egemenliklerinden sonra, Osmanlı Ülkesine katılması Yavuz Sultan Selim zamanında oldu.
İlimiz Doğu Anadolu bölgesindedir. Derin ve dar bir vadinin içindedir. Vadi de ayni isimle anılır.
Şehrin tam olarak kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor . İsminin de nereden geldiği ile ilgili bazı görüşler var. “Bageş” ya da “Paşagiş adı yakıştırılıyor.. Bazıları da Büyük İskender’in komutanı “Lis” ya da “ “Badlis” burada bir kale kurar diye söz ediyor.
Bitlis ismi de diğer bir çok şehirde olduğu gibi şehri kuran komutanın ismini alır.

Hititler Anadolu egemenliğine bu şehirde başladı. Hitit Medeniyetinin başkenti Hattuşaş bu şehirdedir. Çorum bu gün de bir KÜLTÜR ve Sanat şehri.
Özellikle Sungurlu ilçesinden söz etmek istiyorum. Kültür Sanat ve İletişim Festivali için davet edildiğimde Sungurlulular pek çok şair ve yazarı ağırlıyordu. Sungurlu’da bizlere sanatın zevkini yaşattılar. Az olanaklarla çok büyük bir festival düzenlenmişti. Tiyatrodan soylesiye, soylesiden sergiye onlarca etkinliğe katıldık. Festivaldeki etkinliklerle şehir daha da anlamlı bir hale gelmişti. Halkın ve görevlilerin ilgisi görülmeye değerdi. Dönüşümüzde yüreğimizde Çorum-Sungurlu sevgisi yerleşmişti.
“Hattuşa” 1986 yılından beri “Dünya Kültür Mirası Listesi” inde yer alır. Alacahöyük Çorum’a 45km uzaktadır. Eski Tunç Çağı ve Hitit çağında önemli bir dini tören ve sanat merkezi oldu. Alacahöyük’te 4 uygarlık çağı ortaya çıkarıldı. Hititlerin Başkenti Hattuşa kazılarına verilen destek ile “dünyada bir ilk” olarak nitelendirilen proje tamamlandı. Tarihi Milli Park olan ve “UNESCO Dünya Mirası Listesi”nde bulunan Hattuşa’daki Hitit Surları’nın 65 metrelik kısmının orijinal yapısına bağlı kalınarak ayağa kaldırma çalışmasının tamamlanması ile surların tarihi görkemi günümüze taşındı.
Bu güzel şehre, daha fazla yatırım yapılmalı. Sivil toplum örgütleri projelerine koyup şehrin tarihi ilçelerini de sık sık ziyaret etmeli. Boğazköy gibi göz yaşartacak kadar tarihten izler taşıyan yörenin hiç unutulmaması gerektiğine inanıyorum. Okulların da geziler yaparak bu güzel ve tarihi yöreyi çocuklarımıza, gençlerimize tanıtmaları gerekir. Bogazköy’ün, Hattuşaş’in canlandırılması gerektiğine inanıyorum.
Çorum günlük yaşamımızda deyim ve atasözleri gelenekleriyle de var. Çorum’dan gelen özdeyişler çoğumuzun dilinde.

***Acı baldırcanı , kırağı çalmaz,
***Büyük dağın büyük dumanı olur,
***Çirkin bürünür güzel görünür
***Çok söyleme arsız olur, aç koyma hırsız olur
***Düşman düşmana küçük taş atmaz
Kına Gecesi
Çorum’da düğün adetleri de çok ilginçtir. Evliliklerde aileler halen söz sahibidir.
Bu gün size kına geceinden söz etsem sanırım adetlerin ne kadar korunduğunu görebilirsiniz. Cumartesi günü kız evinde herhangi bir saatte “kına yürütme” yapılır. Erkek tarafı iki veya üç kadını bir erkekle beraber kız evine “kınacı” olarak yollar. Bunlar yanlarında kına, kuru yemiş, et, börek, tatlı ve kızın gelinliğini götürürler. Kızın kınada giyeceği kıyafeti de erkek tarafı alıp götürebilir. Ayrıca davul ve zurna da kınacılarla gider. Gelen kınacılara yemek verilir. Kınacılar kızı giydirip süslerler, kızı ortaya getirip oturturlar, yüzüne allı bir yazma örterler, kına türküleri ve ilahi okurlar. Kızı ve orada bulunanları ağlatırlar. Bittikten sonra kızın avucuna para veya altın konup kınası yakılır.
Çorum Adı
Orta Karadeniz bölümünün, iç Anadoluya komşu ilimizin tarihi kesin olarak bilinmiyor. Yıldırım Beyazit zamanında topraklarımıza katıldı. Çorum ismi tarih öncesine dayanır. Türk boyları Anadoluya geldi. Çorum anadolu’ya bağlıydı. O zaman ismi Nikonya idi. Kent büyük bir zelzele
ve sel felaketine uğramış, yerle bir olmuş. Müslümanlık dinini kabulu bu felaketin sonunda oldu. Yerli halka cürümlü denildi, zamanla bu sözcük değişti.Evliya Çelebiye göre ise kentin adının Çorum ve Çevri-Rum deyişlerinindeğişmesi sonucudur. Türklerin Anadolu'ya yerleşmesi sonrası, Türkmenboylarının Çorum ve yöresini otlak ve yayla olarak kullanması yerlihalkın (genelde o tarihlerde Hiristiyan'dır) göçe zorlanmış olması Evliya Çelebi’yibir bakıma haklı çıkarır gibi olmaktadır.

KONYA
Konya Frik, Asur, Lidya, Pers, Makedonya egemenliklerinden sonra Romalıların eline geçti. İsa’dan sonra Hıristiyan Azizlerinden St. Paul kenti ziyaret etti. İşte bu olaydan sonra şehir bir dinsel merkez olarak gelişti. Hıristiyanlar bu şehre “İkonyum” adını verdiler. Anlamı; “İsa’nın tasviri” demekti. Yezit Bin Muhallit şehri ele geçirdi. Yezit Bin Muhallit Harun Reşit’in komutanıydı. İlk iş şehrin adını değiştirmek olur. Şehri ele geçiren Arap-İslam Devleti şehre, “Kuniye” adını verdi. Bu ismin Türk diline en yakın çevrilişi Konya olarak belirlendi.

No comments:

YAŞAM KOÇLUĞU ve YAZAR KOÇLUĞU ayni anda yola çıktık. 5Aralık Buuşma günümüz. İki buçuk ay sürecek bir eğitim yolculuğu. Yazarınız FİLİZ TO...